Kayıp ruhlar lisesi ESARET 26
Düşüncelerim
karışıyor, gerçek ile hayal arasında boğuşuyordum. Gördüğüm gerçek olamazdı o
zaman rüya görüyor olmalıydım. Ama hiç uyumamıştım. Düşünceler arasında bir
oraya bir buraya yürümüş bazen de ağaca sırtımı verip isyanın eşiğine
gelmiştim.
Bu
düşünceler arasında Sado’ya doğru yürümeye başladım. Şaşkınlık ve ürperti
içinde gözlerimi ovarak emin olmak istedim. Gözlerini ovup ellerini çektiğimde
karşımda Sado değil Fatih vardı. Galiba
çıldırmak böyle bir şeydi.
Fatih kollarını açarak “Yaban gülüm, hayali
sevdiğim gel kollarıma.” Dedi.
Şaşkınım ve duygularım karışık. “Fatih...”
Dedim “Sen ölmedin mi? Bu da mı oyundu?
“ diye sordum.
“Ben ölmem
yaban gülüm. Sen yaşadığın sürece ben de yaşayacağım. Gel bana.” Diye tebessüm
ederek davet ediyordu.
Ne yapacağını bilemez bir şekilde kararsız
adımlarla Fatih’e doğru ilerliyordum. Fatih’in kolları arasına girip
sarılacağım sırada kulağına doğru eğilerek
“ Sen Hazal’ı öldürdün. Adi şerefsiz. “ diyerek iki elimle Fatih’in
boğazına sarıldım.
“ Seni
kendi ellerimle boğacağım “ diye bağırarak boğazını sıktığım kişi Fatih değil
Ateş’di.
Gördüğüm
halüsinasyonların sebebi o adı batasıca dumandı.
Ateş boğazını ellerim arasında kurtarmaya
çalışırken ben, avının boynuna sıkıca yapışmış bir kaplan gibi Ateş’in boğazını
sıkıyorum. Fatih’ i öldürmek için.
İki
sevgilinin garip görüntüsüne şahit olan bir grup insan vardı. Bunlar yıllarca
görmediğim anne, babam ve onların dostlarıydı.
Babam
gülümseyerek, anneme “Kızımız formundan hiç bir şey kaybetmemiş. Bu boğazını
sıktığı bizim damat adayı değil mi ?”
Tabi annem de şaşkın, “Evet ta kendisi. Aynur
ayır şunları.” Diyerek iki sevgilinin kavgalarını seyrettiklerini sanıyordu ama
bilmediği benim aslında Fatih’i boğduğumu sanmamdı.
Aynur hızla yanımıza gelip ellerimi tutarak “Ablam ne yapıyorsun?
Öldüreceksin çocuğu. Bırak boğazını.” Dedi.
Kulağına gelen ses, özlem duyup yıllarca
görmediğim bir ses. Bu sesi duymamla kendime geldim.
Kendime geldiğimde ilk gördüğüm şey, oksijensizlikten moraran
Ateş’in yüzüydü. Ellerim hala Ateş’ in boğazındayken sesin geldiği yöne kafamı
çevirdim.
Aynur’u görünce sevinçten çığlık atarak
bağırdım. Esas sevincin birkaç metre ileride beni seyreden anne ve babamı
görmemle daha çok artacaktı.
Ateş derin
derin nefes alıp kendine gelmeye çalışırken, ben Aynur’un boynuna sarılarak
“ablam tam zamanında geldin. Kafayı yemek üzereyim.” Deyip çekinerek Ateş’e
kaçamak bakışlar attım.
Yaşadığım olayların ağırlığı altında
dayanamayarak ağlamaya başladım.
Aynur abla “Dur kız ne yapıyorsun? Ağladığını
annen baban görmesin.” Dedi fısıltıyla.
Anne baba kelimesini duyduğumda sesim soluğu
kesildi. “Ne demek istiyorsun?” diye sordum.
Aynur abla, yine kısık sesle “Aklın nerde
bilmiyorum ama on dakikadır anne ve babanın karşısında sevgilini boğmaya
çalışıyorsun.” Deyince kafamı kaldırıp
çevreme baktığımda kalbi duracak gibi oldu.
Aziz ve Sıla Arslan çifti karşısımda sapa
sağlam duruyorlardı. Hatta yanlarında Berko ve Alya bile vardı. Aynur ablayı
itekleyip gülmeye başladım ve kendimi
tokatlamaya başladım.
“ Ya
yeter. Kabus mu, rüya mı, ne bu? Uyanmak istiyorum. Biri beni uyandırsın.”
Diyerek tokatlamaya devam ettim. Hala hayal gördüğümü sanıyordum.
Halüsinasyonların, gerçek olamayacak kadar
kötü, anne ve babamı görmem de gerçek olamayacak kadar güzel bir rüya gibi
geliyordu.
Ailem
şaşkın bir şekilde bana bakıyorlardı. İkisi de daha fazla dayanamayarak bana
doğru koşmaya başladılar. Anne ve babam beni kolları arasına alıp sıkıca
sarıldılar.
“Kokunuz o kadar gerçekçi ki bu rüyadan hiç
uyanmak istemiyorum. Yıllardır size sarılmanın hasretiyle yanıp tutuşuyorum.
Keşke bir gün bu rüyalar gerçek olsa.” Dedim.
Hala rüya
veya halüsinasyon gördüğümü sanıyordum.
Babam yüzümü avuçları arasına alıp “Küçük Arslan kendine gel. Ne rüyası biziz
biz. Annen ve baban.”
Seslerini
duyup kokularını alıyordum ama gerçek olma ihtimalini bir türlü kabul
edemiyordum.
Yaşadığım
stres, kafa karışıklığı ve uzun süredir hiç bir şey yememiş olmam birleşince,
gözlerimin kararması, tansiyonunu düşmesi ve kısa süre sonra bayılmama sebep oldu.
Babamın
kollarına yiğidim.
Babam, Ateş’e “Bu kıza bir şey yaptıysan seni
oyarım.” Bakışı attı.
Ateş ise “Ben hiç bir şey yapmadım” tarzı
masumane bir bakış attı. Ateş de
yaşadıklarım için üzülmüştü ama ağzımdan Fatih ismini duyması daha üzücü
olmuştu. Hatta üzüntünün yanı sıra kıskançlığın verdiği duyguyla bana kızmış
bile olabilir. Babam beni kucaklayıp
içeri taşırken anneme bakıp “Bu kız sana çekmiş. Baksana sağı solu belli değil.
Aynı senin gibi manyak” dedi.
Annem
babamın bacağına sertçe vurarak “Sana deliyi göstereceğim. Veledi zinanı
unutmadım. Doktor yok mu?” diye bağırdı.
Babam az
kalsın beni kucağından düşürüyordu. Beni içeri taşıyıp yatağa uzatırken yavaş
yavaş kendime gelmeye başlıyordum.
Değer
verilen azsa, değeri azlığı nispetinde artar.
Hayatta
tutunacak tek bir dalınız varsa o dala sıkıca sarılırsınız. O tuttuğunuz dal
kırılırsa uçurumdan aşağı düşeceğinizi sanırsınız.
Çiğdem’in değer verdiği iki kişi vardı. Biri
sevdiği Ömer Aziz diğeri ise canından can olan Didem’di.
Kardeş kimi zaman arkadaş, kimi zaman bir
sırdaş, bazen başını yaslayıp ağlayacağın bir omuz bazen de varlığından cesaret
alıp daha cesur adımlar attığın Dünya da ki sana en yakın insan. Yegane
varlığını kaybeden Çiğdem kardeşini güzelce yıkayıp kokular sürerek en sevdiği
elbisesini cansız bedenine giydirdi. Çiğdem, Ömer Aziz ile beraber kardeşi
Didem’in cansız bedeninin lüks bir tekneye koyarak beraber denize açıldılar.
Didem
denizi çok severdi. Bir seferinde “Bir gün ölecek olursam, sakın beni toprağa
gömme. Denize at beni. Toprağa gömülmek istemiyorum. Orada beni böcekler
yılanlar yer ve hep toprağın altında gezerler. Sen beni denize at. Balıklar
yesin beni. Ben o balıkların içinde hayat bulurum. Denizin derinliklerini bile
keşfedebilirim.” Demişti. Çiğdem kardeşinin vasiyetini yerine getirmek için
elinden geleni yapıyordu. Ağlamak istemiyordu. Göz yaşları ondan habersizce
yanaklarını ıslatıyordu. Ömer Aziz parmaklarıyla Çiğdem’in gözyaşlarını silerek
teselli etmeye çalışıyordu. Çiğdem yağmurla dolmuş akmaya hazır bulut gibiydi.
Yıldırımlar
çakıyor gözlerinde, gök gürültüsü kalbinden yankılanıyordu. Ömer Aziz’i
itekleyerek “Uzaklaş benden.” Dedi ve kardeşi Didem’in teknede uzanan cansız
bedenine baktı. Çiğdem’e, uzandığı yerden kalkıp “Hadi motorlarımızla
yarışalım.” Diyecekmiş gibi geliyordu.
Elleriyle yüzünü okşadı sonrada Didem’in sağ
elini avucunun içine alarak öptü ve iki eliyle sıkıca tutup “Sana yemin
ediyorum. Seni bu hale getireni ölmekten beter edeceğim. Ölmek için yalvaracak.
Önce sevdiklerini bir bir alacağım. Sonrada o Elfida şıllığının değersiz
canını. Tabi beni öldür diye yalvardıktan sonra. Kardeşim sen denizi çok sevdin
umarım deniz de seni çok sever. “ diyerek Didem’in ruhsuz bedenini kucakladı.
Usulca denize bıraktı.” Deniz, kardeşim seni çok seviyordu. Kollarını aç ve
kardeşime sarıl. O artık sana emanet. “ diye denize seslendikten sonra Ömer
Aziz’in hazırladığı dumanı derince içine çekti.
Burnunu çekerek Göz yaşlarını sildi. Ömer Aziz,
Çiğdem’e sarılıp “İntikam ikimizin. Köklerini kurutana kadar gülmek yok bize. “
diyerek Çiğdem’in saçlarını okşadı.
Çiğdem
duşa girip sakinleşmeye çalışırken Ömer Aziz elinde telefon Hanımefendi adıyla
kaydettiği annesini aradı.
Huruza
köşeye sıkışmış ne yapacağını bilemiyordu. Konner’a ulaşamıyordu. Konner’ın
mekanına baskın yapılıp tüm adamlarının öldürüldüğünü öğrenmişti. Konner’dan
haber yoktu. Öfke’nin telefonu kapalıydı. İkizlere de ulaşamıyordu. Ateş ve
benim ölmediğimi öğrenmişti. Babam ve ekibinin serbest kalması da büsbütün
korkutmuştu. Uzaya kaçsa yine de onu bulacağınızı biliyordu. Acele tarafından
güçlü birilerinden destek alması şarttı. Düşündüğünde Huruza yı bizden kurtaracak tek kişi vardı. O da
Ahtapot Suzan. Hiç vakit kaybetmeden Ahtapot Suzan’nı mekanına davet etmiş. Ona
bağlılığını sunup koruması altına girmek istiyordu.
Korumalar
dan, Ahtapot Suzan’nın çiftliğe girdiğini haber alınca hiç vakit kaybetmeden
villadan çıkıp kapıda karşılamak için beklemeye başladı. Lüks arabalarla
çiftliğe giren Ahtapot Suzan yaklaşık on beş lüks arabayla çiftliğe girerek
adeta güç gösterisi yapıyordu. Arabası villanın önünde durunca diğer
arabalardan korumalar inerek onun arabasının kapısı önünde sağlı sollu sıraya
girerek adeta etten duvar ördüler. Kapısı açıldığında siyah takım elbisesiyle
ağır adımlarla arabadan indi. Onlarca erkek kafaları önünde elleri önlerinde
saygı ve korkuyla bekliyorlardı. Huruza Ahtapot Suzan’a gösterilen hürmet
karşısında adeta büyülenmişti. Ceketini ilikleyip Ahtapot Suzana doğru
yaklaştı.
Ahtapot Suzan sağ elini uzatıp ahtapot
şeklinde tasarlanmış yüzüğü öpmesini istedi. Huruza büyük bir saygıyla yüzüğü
öpüp “Efendim fakirhanemize teşrif ederek beni onure ettiniz. Lütfen buyurun. ”
diyerek önden gitmesini istedi. Suzan Gözlükleri arkasında Huruza’ya alaycı bir
bakış atarak yürümeye başladı. İçeri gireceği sırada korumalarından biri hızla
Ahtapot Suzan’nın yanına gelerek telefonu uzattı. Uzatılan telefondan sadece
bir kişi arayabilirdi. Çünkü o telefon sadece o kişiye tahsis edilmişti.
Ahtapot Suzan’nın ne denli önemli işi olursa olsun eğer o telefon uzatıldıysa
mutlaka açardı. Telefonu açıp; “Konuş bakalım Arslan parçası.” Dedi. Ömer Aziz
annesinin kendisine Arslan demesini hiç sevmezdi. “Bana Arslan deme. Bunu sana
kaç defa söyleyeceğim.”
“Peki
oğlum, ne istiyorsun?”
“İntikam.”
“Sen kendi
işini kendin hallederdin. Ne değişti?”
“Didem
öldü.”
“Sevgilin
mi?”
“Hayır.
İkizi öldü.”
“Üzüldüm.”
“Üzül diye
söylemedim.”
“Peki
peki. Ne istiyorsun benden?”
“İstihbarat.”
“Kimin
hakkında?”
“Elfida
Arslan ve onun selam verdiği, gözünün gördüğü, onu gören gözlerin hepsinin
hakkında detaylı bilgi istiyorum.”
“Kim
dedin!? Elfida Arslan mı?”
“Evet.
Niye şaşırdın? Tanıyor musun yoksa?”
“Sen nasıl
bulaştın onlara?”
“Karıştırma
orasını? İstediğimi verecek misin bana?”
“Arslan
oğlum. İstediğini veririm vermesine ama onlar senin boyunu aşar. Bana biraz
zaman ver.”
“Sen hala
beni tanıyamamışsın. Senden haber bekliyorum. Hanımefendi.”
“Hanımefendi
değil anne... Bak ya kapatmış bile.”
Ahtapot
Suzan Elfida Arslan ismimi duyunca şaşırmıştı. Ömer Aziz’e tamam dedi ama
tamamen süre kazanmak için bunu söylemişti. Telefon konuşmasına şahit olan
Huruza da Elfida’nın adını duyunca şaşırmıştı ama Suzan’a sormaya cesaret
edemediği için susmuştu. Huruza’nın ofisine geçip kahvelerini içtikten sonra
Huruza konuşmak içim müsaade isteyip izin alınca ilk olarak Ahtapot Suzan’a
bağlılığını ilan etti. Sonrasında Aziz ve ekibinden gelebilecek tehlikeleri anlatıp
korkularını dile getirerek yardım dilendi.
Suzan, Huruza’nın babamla olan husumetini tüm
detaylarıyla biliyordu. Huruza’nın itaatini kabul edip koruması altına aldı.
Huruza’nın üzerinden büyük bir yük kalkmış gibi rahatlamıştı. Bilmediği bir şey
vardı. O da Ahtapot Suzan’nın aklında ki plan.
Yorumlar
Yorum Gönder