Kayıp ruhlar lisesi ESARET 8

 Esaret 8

**

Bana yapılan sakinleştiriciden sonra kaç saat ve ya kaç gün uyuduğumu bilmiyorum. Bazen Günlerce hiç kıpırdamadan yattığım oluyordu.

 

Gözlerimi açıp kendime geldiğimde saat 00;00 olmasına beş dakika vardı. Ayağa kalkıp dolapta ki eşofmanı çıkardım. Elimi cebine koyduğumda aradığım hap hala oradaydı.

Yatağın köşesine oturdum. Hapı yutup yutmama arasında kararsızdım. Öfke denen at kılıklıya pek güvendiğim söylenemezdi. Gerçi bana hiç kimseye güvenmem gerektiği en baştan öğretilmişti. Hapı yuttuğumda iki ihtimal var. Ya kendi elimle kendimi öldürmüş olacağım ya da anne ve babama kavuşmak için büyük bir adım atmış olacağım. Zaman hızla tükeniyordu. Hemşirenin gelmesine üç dakika vardı. Ne yapacağımı bilemiyordum. Süre hızla geçiyordu. Sağlıklı düşünüp karar verecek pozisyonda değildim. Aldığım  iğne ve hapların etkisi ile hiç bir şeye odaklanıp düşünemiyorum. Damarlarımda akan her ne ise hızlı düşünüp hareket etmemi ağırlaştırıyor.

Akan zaman aleyhime geçiyordu. Bir an önce karar vermeliydim ama sürekli kafam karışıyordu. Ezbere bildiğim şarkıların nakarat kısmını bile hatırlayamıyordum. Sürekli karıştırıyordum. Avucumda  zıplattığım hap ya mahkum bedenimi esaretten kurtaracak  ya da ruhumu bedenimden tamamen ayıracak.  Hapı çöpe atarak özgür ruhumun mahkum bedenin de kalmasına müsaade edeceğim. İki dakika kalmıştı. Daha önce de tercihler yapmaya zorlandım ama hiçbir tercih bu kadar zor gelmemişti. Kayıp ruhlar lisesinde intihar konulu derste öğretmenden duyduğum bir söz geldi aklıma. “Siz yaşamalısınız ki masumlar zulüm görmekten kurtulsun. Sizin hayatınız sadece size ait değil. Sizin hayatınız, masumların masum kalması için önemli. Yaşatmak için yaşamalısınız.” Bu söz hapı yutmama engel oluyordu. Diğer yandan” hapisteyken hiçbir masuma faydam yoktu “ diye düşündüm. Son bir dakika kalmıştı.

Dışardan gelen ayak seslerini duyunca, ne olacaksa olsun deyip hızla hapı ağzıma atarak yuttum.

**

 

Cheytac tipi uzun namlulu Amerikan sniper tüfeğinin  dürbününden bakarken, kulağında ki dinleme cihazından gelen “  Yerimizi aldık, emrinizi bekliyoruz. “ sesine karşılık.   “Benim atışımı bekleyin.” Dedikten sonra gözetleme kulesinde elinde makinalı tüfekle nöbet bekleyen kamuflajlı adamın  kafasını hedef aldı. Nefesini tuttu, işaret parmağı ile tetiği okşadı.   “Kırmızı Eldiven bitmeyecek” dedikten sonra hafifçe tetiğe bastı.

 

 Islık sesine benzer bir ses duyulduktan sonra makinalı tüfeği tutan kamuflajlı adam 800 metre uzaktan gelen mermi anlından girip kafatasını delerek çıkması ile yere yığıldı.    İlk mermi ile operasyon emri de verilmiş oldu.  Gizlendikleri yerlerden çıkarak aynı anda ateş etmeye başladılar. Aniden gelen saldırı ile ne yapacaklarını şaşıran  Konner’ın adamları  bir bir vurularak yere yığılıyorlardı.  Kale gibi korudukları deponun nöbet kulelerinden makinalı tüfekler ile saldırıları bertaraf etmeye çalışan  Konner’ın adamlarını keskin nişancı silahı ile bir bir indirerek depo önünde saldırıya geçen adamları  koruyordu Aynur.

 

Yarım saatlik çatışmanın ardından 23 kişiyi öldürüp üç kişiyi de yaralı olarak esir aldılar.  12 kiloluk tüfeğini toplayıp omuzuna alan Aynur  depoda elleri bağlanmış esirlerin  yanına geldiğinde kamuflaj için yüzüne sardığı bezi çıkararak diz çöktürülmüş esirlerin birinin yüzüne sert bir tekme vurdu. Belinden tabancasını çekip ortada duran adamın kafasına dayayarak “Where are the prisoners you keep? (sakladığınız esirler nerede?) “ diye sordu öfkeli bir şekilde.

 

“I do not know (Bilmiyorum)” dedi korkudan titreyerek.

 

“I dont know what it manşet (Ne demek bilmiyorum?)” diye bağırarak ateş etti. Silahını diğerinin kafasına dayayıp “If you want to live, answer my questions. (Yaşamak istiyorsan sorularıma cevap ver.) What are you going to do with your foes? Where do you keep it. (Esirlere ne yapacaksınız? Nerede saklıyorsunuz?”

 

“Mr Konner is considering experimenting with prisoners. Please do not hit me. I have a son and a daughter. (Mistir Konner esirler üzerinde deneyler yapmayı düşünüyor. Ne olur beni vurma. Bir oğlum bir de kızım var.”

 

“Lan şerefsizler, onların da çocukları vardı.  Asya, Tuğba  bunları konuşturun. Yerlerini öğrenin. Çelik   sen benimle gel.” Dedi sinirli bir şekil de Konner’ın adamlarına bakarak.

 

  Aynur, Çelik ile beraber depo dışına çıktı. Yüzünü kapatan dağınık saçlarını toplandığında yanağında ki şarapnel izi daha çok göze çarpıyordu. Sinirli bir şekil de “Daha hızlı olmamız gerekiyor.    Bu şerefsiz Konner’ı bir an önce bulmalıyız. Aksi takdirde bizimkilerin başına kötü şeyler gelecek.  Asker, deneylerden bahsediyor. Aziz ve Sıla komutanı bir an önce bulamazsak kötü şeyler olabilir.”

 

 

 

Çelik “Komutanım bulalım bulmasına da nasıl? İyice dağıldık. Türkiye’de kimse kalmadı. Bir elin parmaklarını geçmez. Diğer gençler de hapishanede.”

 

 

 

“Bana bak lan. Son kırmızı eldiven üyesi ölmedikçe bu iş bitmez.  Umudunu kaybetme. Elimizden geleni yapacağız. Arakan’da ölmedik gerekirse Suriye’de ölürüz. Ama Aziz ve Sıla komutanı bulmadan ölmek yok. Git bak kızlar ne yaptı.”

“Emredersin komutanım. “

   Çelik depoya geri döndüğünde Aynur karanlığın en koyu anında gökyüzünde asılı duran bir kaç yıldıza bakıyordu.  Telefonun titrediğini fark edince elini cebine koyup telefonu çıkardı.  Arayan Savcı Zeynep’ti.  

   “Nasıl geçti operasyon?”

“Burada da yoklar. Yakaladığımız adamları konuşturmaya çalışıyoruz. 

“Aynur acele etmelisiniz. Ceza evinden iyi haberler gelmiyor.  Daha kötüsü Elfida kafayı yemiş gibi davranıyordu.  Hapishanede doğradığı gardiyandan sonra akıl hastanesine  yatırmışlardı.”

“Aman savcım gözün Elfida’nın üzerinde olsun. Eğer Aziz ve Sıla komutanı kurtaramazsak Bize liderlik yapacak kişi Elfida. Ona bir şey olmasına sakın izin verme.”

“Aynur sana bir haberim var. İyi mi kötü mü sen karar ver.”

“Ne haberi? Ne oldu?”

“Bu gece gelen haberlere göre Elfida akıl hastanesinde kaçtı veya kaçırıldı.”

“N-Ne... Ne? Kaçtı mı? Kaçırıldı mi? Allah kahretsin.  İşte şimdi bittik. Zeynep gerekirse deşifre ol ama Elfida ‘yı bul. Kaçtıysa gideceği kimse yok ama başının çaresine bakar.  Kaçırıldıysa ayvayı yedik demektir. Kırmızı Eldiven’i yeniden kurmamız Arslan ailesine bağlı. Ve biz yerini bildiğimiz tek Arslan’ı da kaybettik. Huruza ya odaklan. Onun işi olabilir. “

“ Ben de ondan şüpheleniyorum. Eğer Huruza kaçırttıysa yerini öğrenirim. “

“ Vakit kaybetme. Biran önce bul Elfida ‘yı.”

“ Tamam. “

  Savcı Zeynep telefonu kapatır kapatmaz Ali Dayı ‘yı aradı.  Kısa bir görüşmeden sonra buluşma yerini ayarlayarak, apar topar evinden buluşma yerine gitmek için çıktı.

Ali Dayı hazırlıklarını yapıp çıkacağı sırada Oktay içeri geldi.  Oktay elinde ki kağıdı uzatarak “Dayı içerden mektup var.” Dedi.  

  Ali Dayı “Oktay çabuk bin arabaya. Devlet hanım bizi bekliyor.” Diyerek  arabaya yöneldi. Arka koltuğa oturup mektubu açtı.

“Dayı ben Uğur.   Resim için çok teşekkür ederim . Cellad’ımın gözlerinden öp yerime.  Dayı senden haber alınca çok sevindik. Bizim Ayı Memo, Afgan Sado  ve diğerlerinin çok selamı var.   Dayı burada keyfimiz çok iyi demek isterdim ama o huruza iti burada da rahat bırakmıyor.  Her gün işkence ile geçiyor.   Ateş’i göremiyoruz. Sürekli hücrede. Hücreye atılmadan önce sağlam bir dayak yedi. Kafasına defalarca copla vurdular. Dayı bizim bir planımız var. Lakin Ateş hücredeyken planı gerçekleştirmeyiz.  Sen bize bizi öldürmeyecek ama hasta edecek bir zehir gönder. Tüm hapishaneyi zehirleyeceğiz.  Mecburen bizi hastaneye kaldıracaklar.  O sırada sen de bizi hastaneden çıkaracaksın.  Dayı sen zehri gönder biz sana plandan bir gün önce haber veririz. Kayınçom  çıksın hücreden, ilk fırsatta kaçacağız..  He dayı son bir isteğim olacak.  Bize gönderdiğin Cellad’ın fotoğrafı işkencede ıslandı. Annesi göremedi. Yazıktır bir fotoğraf daha göndersen.  Dayı özledik be. Artık kavuşalım. Hadi kal selametle. “

Ali Dayı mektubu okurken duygulanmıştı. Yıllardır görmediği kardeşten öte can parçalarını çok özlemişti.” Ulan bi çıkarayım sizi oradan, vallahi şerefinize kırk gün kırk gece eğlence yapacağım. Sonrada huruza itine etek giydirip o eğlencede dans ettireceğim.  “ diyerek gözlerinden akan yaşları sildi.

**

 

  Sürekli uyuyor sürekli uyanıyordum. Gözlerimi her açtığımda başka bir yerde buluyordum  kendimi. Bazen kâbuslara uyanıyorum bazen de kabus gibi gerçeklere...

Yine  gözlerimi ağır ağır açtığımda karanlıkta bir sandalyede oturduğumu anlamıştım. Kabus mu germek mi anlamaya çalışıyor karar veremiyordum.   Hareket etmek istediğimde ellerim ve ayaklarımın sandalyeye bağlı olduğunu fark ettim. Daha önce nerede olduğumu hatırlamaya çalıştım ama ufak bazı kareler beynimde canlanır gibi olup sonra karanlığa karışıyordu. Yarım saat sonra hafızam yerine gelir gibi olmuştu. Akıl hastanesinde yatakta  oturmuş hapı yutup yutmamaya karar vermeye çalışıyordum. Hapı yuttuğum hatırladım. O zaman hastanede olmam gerekiyordu ama ben bir sandalyeye bağlıydım.

Kurtulmak için ne kadar çırpındıysam da fayda etmiyordu. Gerçeklik algımı yitirmiş olmak beni deli ediyordu. Kabus da olsa bağlı bulunduğum sandalyeden kurtulma içgüdüsü çok ağır basıyordu.

 

Ağrıyan boynumu sağa sola çevirerek biraz rahatlatdıktan sonra “Kimse yok mu? Neredeyim ben?” diye bağırdım.   Bir kaç defa bağırdıktan sonra bir  kapının gıcırdayarak açıldığını duydum.  Kapının açılmasının hemen ardından ışıkta açılınca  karanlığa adapte olan göz bebeklerim bir anda kamaşarak kapandı. Bir kaç göz açıp kapamadan sonra gelen kişinin Öfke olduğunu fark ettim.  Öfke “Ne bağırıyorsun? Ortalığı ayağa kaldırmanın ne anlamı var?” diyerek elinde taşıdığı su bardağını  ağzıma doğru uzattı.  Bir kaç yudum aldıktan sonra Öfke bardağı geri çekti. Beni kurtaracağını söylemişti. Söylediğini yapmıştı ama beni bir sandalyeye bağlanmasına ilk anda anlam vermemiştim.

 

Ağzımda ki suyu Öfke’nin yüzüne püskürterek “Lan kodoş, niye bağladın beni.” Diye bağırdım.  Öfke gülerek yüzünü sildi.

 

Telefonun görüntülü arama tuşuna basarak telefonu televizyonun üzerine koydu. Birini  görüntülü arıyordu.    Telefonu açınca öfke kameranın önünde durarak “Nasılsın aga? “ dedi gülerek.

 

 Huruza “Vereceğin habere göre değişir.” Diye karşılık verdi.   Öfke “O zaman mutlu ol aga. Bak burada kim var.” Diyerek kameranın önünden çekildi.  Beni  gören Huruza neşelenerek “Aslanım benim, işte şimdi keyfim yerine geldi.” Diyerek güldü.

 

 

 

  Huruza ‘yı görünce  “Ulan karakter yoksunu, adi. Sana her hangi bir hayvanla hakaret ederdim ama hayvanların hepsi senden daha şerefli. Sana kolay ölüm yok lan. Benim annem  düşmanlarına ne yaptığını biliyor musun? Bir arabanın içine bağlayarak  boğazına kadar beton dökmüştü.  Beton kurudukça düşmanın iç organları patlayarak ağzından  çıkmıştı. Sonrada o adamı heykel yapıp kapısının önüne dikti. Eve her girip çıktığında yüzüne tükürürdü. Ben sana ne yapacağım biliyor musun?   Senin tüm organlarını  çıplak elle çıkaracağım hem de sen yaşıyorken. Dedim ya kolay ölüm yok sana. Seni santim santim doğrayacağım. Sonrada kendi elimle parçalarını betona karıştıracağım. Korkma ben seni heykel yapmayacağım. Ben senin leşini tuvaletin zemini sereceğim. Hem de halka açık bir tuvaletin. Her gelen gecen ağzına sıçacak. “diyerek kahkahayla güldüm.   Sözlerime kızan Huruza” Fantezi dünyan çok geniş.  Ama o kadar vaktin olacağını sanmıyorum. Öfke bitir işini.” Dedi.

 

 Öfke kamerayı kapatmak isterken Huruza” Hayır kamerayı kapatma, ölümünü seyretmek büyük bir keyif olacak. “diyerek güldü.

 

   Öfke siyah şapkasını yüzüne doğru çekerek” Sana seyri keyif verecek bir şov yapacağım. Seyret aga. 

Diyerek namlunun ağzına mermiyi sürdü. Göğsümü gerip, Öfke’nin gözlerinin içine bakarak” Sık lan. Ama iyi sık. Ben bir mermi ile ölmem. Tüm şarjörü boşalt. Dikkat et, öldüğüme emin ol. Yoksa o tuvaletin kapısını da senin kenef suratından yaparım. “ diye bağırdım.  Öfke” Hay hay “ diyerek tetiğe bastı. Beş kez ateş etti. Mermiler  göğsüme isabet edip kan içinde bırakarak sandalyeyle beraber yere düşürdü beni. Öfke biraz daha yaklaşıp kalan mermileri de sıktı.  Kaburgalarımın çıtırtılarını mermi sesleri arasında duyar gibi oldum. Göğsümden akan kan yerde süzülerek küçük bir gölcük oluşturdu. Öfke kameranın karşısına geçip “Aga başka bir emrin var mı? “ Diye sordu.

 

  Huruza gülerek “ Cesedini ormana at. Çakallar aç karınlarını doyursun.” Diyerek  kahkaha atarken, kahkaha sesi bana at kişnemesi gibi geldi.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KAYIP RUHLAR LİSESİ ESARET 1

KAYIP RUHLAR LİSESİ ESARET 3

KAYIP RUHLAR LİSESİ ESARET 2