Kayıp ruhlar lisesi ESARET 16

 

Madem annem haklıysa peki ben neden Ateş’e kapıldım? Bu soruyu uzun süre kendime sordum. Ben taş kalpliydim hatta kalbim olmadığını falan düşünüyordum.

 

Bir şeyden kaçmanın en kolay yolu onu inkar etmekmiş. Ben de kalbim olduğunu inkar ederek aşktan kaçtığımı sandım. Hep mesafeli durdum, fırsat vermemeye çalıştım. Gönlüm ne zaman birine meyil edecek olsa aşkın zayıflıktan başka bir şey olmadığını tamamen bir zırva olduğunu söyleyerek kendimi ikna ettim.

 

Ama Ateş inkar edilemeyecek kadar gerçekti. Biliyorum amayla başlayan cümlenin öncesi silinir. İşte Ateş de benim amalarım oldu. Ondan önce ne varsa silindi. Hiçbir inkar yada avuntu ona aşık olmama engel olmadı. O sığındığım limanım oldu. O benim zayıf yanım değil tam tersi güvendiğim dayanağı oldu. O sırtıma kambur değil beynime zeka, kaslarıma kuvvet, kalbime ışık oldu. Taş kalpli değilmişim ama kara kalpliymişim. Hem de asfalt gibi zift gibi kara bir kalbim varmış. O ateşiyle eritti ve karalığı silip akı ortaya çıkardı. Eğer Ateş benim zayıflığım olsaydı, ben kırmızı Eldiven’in ideallerini tercih etmez onun yanında kalmayı tercih ederdim.

 

Biz tam gaz eğitimlere devam ederken, Ateş’in yaraları hızla iyileşmeye başlamıştı. Bir kaç kez kendine gelmiş ama fazla uyanık kalmadan tekrar uykuya dalmıştı. Uyandığın da sadece beni sormuş, beni söylemiş, beni nefes diye içine çekmiş ve beni sayıklayarak uykuya dalmış.

 

**

 

 

 

Öfke, Ali Dayı’yı yakın takibe almış, kaçak yıldız timinin yerini öğrenmeye çalışıyordu. Yıldız  timi eğitimde olduğu için dış dünya ile bağlantıları koparmıştı. Bu sebeple, Öfke kaçak Yıldız timinin yerini bulmakta zorlanıyordu. Öfke’nin bilgi toplayamaması Ölüm Melekleri’nin işini zorlaştırıyordu.

 

 

 

Ölüm Melekleri Didem ve Çiğdem geciken istihbarattan dolayı bunalmışlardı. Bu sebeple kendi muhbirlerini devreye koymaya karar vermişlerdi. Bu muhbir Sansar Kenan’dı. Sansar Kenan’ın İstanbul da arayıp ta bulamayacağı hiç kimse yoktu. Sansar Kenan’ın bu alandaki yeteneklerine güvendikleri için ona  bu işi verdiler.

 

Sansar Kenan 1.60 boyunda, uzun siyah saçlı, yüzünün çok zayıf olması sebebi ürkütücü bakışlara sahip bir fareyi andırıyordu. Hafif kambur bir sırt yapısına sahip olduğu için fiziksel olarak pek yakışıklı sayılmazdı. Zeka yönünden çok akıllı, pratik düşünebilen, hızlı kararlar verip doğru tespitler yapabilmesi sebebiyle işinde çok iyiydi.

 

 Didem, Sansar Kenan’ı çağırıp Kaçak Yıldız timi hakkında bilgi vererek yerlerini bulmasını istedi. Sansar Kenan kendine olan güveninin verdiği cesaretle “İki güne kalmaz yerlerini bulmuş olurum. Kaçak oldukları için işim biraz zor, daha fazla para isterim .” diyerek vereceği hizmetin değerli olduğunu belirtmek istemişti.

 

 Didem gülümseyerek “Sen bu işi hallet seni paraya boğarım. Ağzını sıkı tut. Bir an önce de haber getir.” Diyerek buluşmayı sonlandırmıştı.

 

 

 

Öte yandan Çiğdem, yok edecekleri Yıldız timinin zafiyetlerini öğrenmek için elindeki dosyayı inceliyordu. Dosyada Yıldız timinin bütün elemanlarının detaylı bilgileri vardı. Bilmedikleri tek şey ise Benim  ve Ateş’in yaşıyor olmasıydı.

 

 

 

Yeni Yıldız timi eğitimlerin 16.günün akşamında silah atışları yapıldıktan sonra, brifing salonunda toplanmış bize  verilecek, dış saha görevlerinin dosyalarını bekliyorduk.

 

 Suskun elinde dosyalarla beraber brifing salonuna girdi. Beni  yanına çağırarak dosyaları  uzatıp, arkadaşlarıma vermemi istedi. Üç dosya vardı. İlk dosya da Halit ve Afgan Sado’nun ismi yazıyordu. İkinci dosyada Kılıç, Beton Uğur ve Ayı Memo’nun ismi yazılıydı. Son dosyada Elfida ve Buse yazıyordu.

 

 

 

Suskun “Eliniz de ki dosyaları halletmek için üç gün süreniz var. Hiç bir şekil de kimliğiniz açığa çıkmamalı. Bu sebeple operasyonlarda kamufle olacaksınız. Henüz törenle kabulünüz  yaptırılmadığı için, kurbanlarınız öldürmeyeceksiniz. Onun dışında istediğinizi yapabilirsiniz. Son olarak işiniz bitince üzerlerine kırmızı Eldiven bırakıp suçluları polise teslim edeceksiniz.  Kırmızı Eldiven’nin yeniden doğduğunu herkes duyacak. “ diye anlatırken ben söylenenlerin hepsini sesli olarak tekrar ettim.

 

 

 

  Suskun, Yıldız Timine görev dağıtımını yaptıktan sonra beni yanına çağırarak beraberce  timden uzaklaştık . Kimsenin bizi duyup, göremeyeceği kadar uzaklaştıktan sonra

 

-Göreve başlamadan önce Maskeli seni yanına çağırıyor. Kısa bir görüşme yapacaksınız. Sonra sende arkadaşlarınla beraber aktif göreve katılacaksın. Arkadaşlarına haber ver. Gece yarısı buradan çıkış yapacaksınız. Görevleriniz bittiğinde sizi bıraktığımız yerlerden geri alacağız. Hemen haber ver ve geri gel, Maskeliyi beklemeyelim.

 

 Diyerek araca doğru yürümeye başladı.  Suskun’un söylediğini Yıldız Timine bildirerek seri adımlarla   araca doğru ilerledim.

 

Yolculuğumuz boyunca yeni Maskeli’nin kim olduğu hakkında fikirler yürüttüm. Celat Baba mı yoksa savcı Zeynep mi? Hiç tanımadığım biri de olabilirdi. Acaba ne konuşacak benimle? Ben kendi kendime düşünürken yol çabucak bitmişti.

 

 

 

 İki saatlik yolculuğun ardından, yoksul kesimin yaşadığı, yıkık dökük virane evlerin bolca bulunduğu, hala sokaklarında çocukların rahatça seksek oynadıkları bir mahalleye giriş yaptık. Araç dar sokakların arasında ilerlerken yalın ayak gezen çocuklar aracın peşinden koşuyorlardı. Bir süre bu sokaklarda  gezdikten sonra bahçe duvarı kerpiçten örülü büyük mavi demir kapının önünde durduk.  Maskelinin kim olduğunu çok merak ettiğim için heyecanlıydım. Suskun’a sormayı düşündüm lakin sormaktan vazgeçtim çünkü    bilmemi istese kendi zaten söylerdi . Büyük mavi kapı açılmaya başlayınca  heyecanım bir kat daha artmıştı.

 

 Kapıdan araç ile içeri doğru giriş yapılırken “Vay be koskoca maskeli böyle korunaksız bir yerde mi kalıyor?” dedim kendi kendime.  Suskun hiç bir şey söylemeden aracı evin kapısına yanaştırıp beklemeye başladı. Suskun’a bakıp “İnmeyecek miyiz?” Diye sordum. Suskun “Ben burada seni bekliyorum. Maskeli seninle görüşecek. Benimle değil. Hadi fazla bekletme.” Diyerek aracın radyosunu kurcalamaya başladı.  “Tamam” diyerek arabadan yavaşça çıktın.

 

Kapının önünde çekik gözlü 1.70 boylarında geniş omuzlu yapılı bir koruma bekliyordu.  “Maskeli kendine Kore’li bir koruma mı tutmuş. O kadar Türk dururken bu yaptığı  hiç olmadı.” Diye söylenerek korumanın yanına kadar geldim. Koruma gayet güzel bir Türkçe ile “hoş geldiniz. Maskeli sizi bekliyor” diyerek kapıyı açtı.  Biraz önceki düşüncelerimden utanarak  “Hay Allah Koreli değilmiş.” Diye içimden söyledim. Korumanın açtığı kapıdan içeri girdim. İçerde beni  başka bir koruma karşılayarak “Beni takip edin lütfen” deyip yürümeye başladı. Üç metrelik holü bir kaç adımda geçtikten sonra, önden yürüyen koruma holün sonunda ki kapıyı açarak” İçeri buyurun” dedi ve  beklemeye başladı. Dışarıdan bakıldığında virane gözüken ev adeta saray yavrusu gibi dekore edilmişti.

 

  Korumanın açtığı kapıdan içeri girince, koruma dışardan kapıyı kapatıp Maskeli ile beni  baş başa bıraktı.  İçeri girdiğimde Maskeli’nin sırtı dönüktü. Bulunduğumuz salon yirmi beş metrekare büyüklüğünde, siyah deri döşeme oturma grubunu tamamlayan siyah perdeleri vardı. Sol duvara dayanmış  dört kişilik sade  bir masa, üzerinde de papatyalar bulunan bir vazo vardı. Sağ duvarda ise başka bir odaya açılan ahşap bir kapı .

 

 

 

Hiç bir şey söylemeden beklerken Maskelinin uzun boylu yapılı vücuduna arkadan bakıyordum. İçimden “ Cellad müdür  gibi iri yarı biri” diye geçirdim. Maskeli yüzündeki maskeyi çıkarmadan önünü bana dönerek “Hoş geldin. Uzun zamandır bu günü bekliyordum.” Dedi kalın sesiyle.

 

 

 

Sesi duymamla heyecana kapıldım. Ses Cellad müdürün sesine çok benziyordu. “Cellad müdürüm, bu sen misin?” dedim heyecanla cevap bekleyerek.

 

 

 

Maskeli yüzündeki maskeyi çıkarırken “ Aferim sana, müdürünü unutmamışsın. “dedi doğuştan sert duran yüz ifadesi  yumuşatmak istercesine gülümseyerek.

 

 

 

Cellad müdür Amerikan güreşlerinde dövüşen kaslı sporcular gibi bir vücuda sahipti. Dolgun yüzü dik  bakışları , kalın kaşlarıyla isminin hakkını verir bir fiziğe  sahipti.

 

 

 

Duygularıma ve göz yaşlarına engel olamayarak koşup Maskeli ‘ye sarıldım. “Cellat babam. Yine anne babasız kaldım. Beş yıldır ne acılar çekiyorum bi bilsen.” Diyerek günlerdir içimde biriktirdiğim hüznümün ve  duygularımın yoğunluğuyla hıçkırıklar içinde ağlamaya başladım. Cellat müdür  saçlarımı okşayarak “Her şeyi biliyorum kızım. Olan biten her şeyden haberim var. Ağlamayı bırak benimle gel. Seni mutlu edecek bir sürprizim var.” Diyerek sağ tarafta bulunan odanın kapısını açtı.

 

Ahşap  kapı gıcırdayarak yavaş yavaş açılırken ben  bir yandan göz yaşlarımı siliyor öte yandan heyecanla kapının arkasındaki sürprizi merak bakıyordum .

 

 

 

Kapının tamamen açılmasıyla  şaşkına döndüm. İki elimi hızlıca  ağzıma götürüp sevinçle, gülme ve ağlama arası bir ses çıkardım. Hiç beklemediğim biri vardı karşımda. Ruhumu, kalbimle beraber yanında ölüme terk ettiğim Ateş, karşımda duruyordu. Gördüğüm bir rüya mı yoksa gerçek mi bilemiyordum. Kısa bir şaşkınlığın ardından koşar adımlarla Ateş’ine varıp sıkıca sarıldım.

 

 

 

Mutluluktan havalara uçuyordum. Son zamanlarda, bir yerde uyuyup başka yerde uyanma korkusu tekrar gün yüzüne çıkmıştı. Kapıdan içeri girecektim ve bir şekilde uyuyacak, gözlerimi açtığımda bambaşka birinin yanında uyanacaktım.

 

-Ne olursa olsun, diyerek ona koştum.

 

 

 

Kırmızı Eldiven uğruna ölüme terk ettiğim sevdiğimi, kırmızı Eldiven bana  tekrar hediye etti. Ateş’e sıkıca sarılınca Ateş ayakta durmakta zorlanarak yere düşecek gibi sallanmaya başladı.  Düşmesine engel olup. “Özür dilerim. Özür dilerim affet beni. İyi misin? Gel otur şuraya.” Diyerek Ateş’i oturtmaya çalıştım. Ateş “Benim hasret kokulu hırçın çiçeğim. Kokusuna özlem duyduğum siyah gülüm. İyiyim ben. Hem de hiç olmadığım kadar iyiyim. Senin kokunu bir daha çektim ya içime, değil dört mermi yüz mermi de sıksalar ölüm yok artık bana. Benim ölümüm sensizliğimdi. Sen geldin ben yeniden doğdum.

 

 

 

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KAYIP RUHLAR LİSESİ ESARET 1

KAYIP RUHLAR LİSESİ ESARET 3

KAYIP RUHLAR LİSESİ ESARET 2