Kayıp ruhlar lisesi ESARET 33
“Eee”
“E si anne
ayrı baba bir kardeşiz. Ha bu sadece biyolojik olarak böyle. Onun dışında başka
bir bağımız yok.”
“Saçmalıyorsun.
Benim babam annemi çok seviyor. Asla aldatmaz.”
“Ama benim
babam olacak adam öyle değil. Annemi aldatmış. Hatta annemi öldürmek istemiş.
Bana ve anneme çektirdiklerinin bedelini ödeyecek.”
“Aklım
almıyor. Babam nasıl böyle bir şey yapar. (Bizi gözetleyen kameraya parmağımı
sallayarak) Baba buradan bi çıkayım seninle görüşeceğiz.” Dedim.
Yaşadığı
şokun etkisiyle ileri geri yürüyerek sakinleşmeye çalışıyordum. Ömer Aziz ayağa
kalkıp “Bana bak biyolojik kardeşim olman hiç bir şeyi değiştirmez. Babanla
davam ayrı. Siz benim arkadaşımı öldürdünüz. Ayrıca sevdiğim kızın ikizini de
öldürdünüz. Yani sizleri yok edene kadar durmayacağım”
Bir an Çiğdem’i düşündüm. İçimden “Aman Allah’ım henüz Çiğdem’in
ölümünden haberi yok. Ben ne yaptım. Kendi kardeşimin sevgilisinin ölmesine
sebep oldum.” Diye içimden geçirdim.
“Sizde
benim ekibinin en değerli üyelerinden birini öldürdünüz. Ayrıca o sevgilim
dediğin adi benim Ateş’imi öldürdü.”
“Hayır o
öldürmedi. Çiğdem birini silahını doğrultuysa o kişi ölür. Tamam, o silahını
sana doğrultmuş. Sonrasında ne olduğunu
hatırlamıyor.”
Bu sözlerin aynısını Çiğdem’den de duymuştum.
İçimden “Ee Ateş’ i Çiğdem vurmadıysa kim vurdu o zaman?” diye düşündükten sonra “Peki diyelim sevgilin
doğru söylüyor. O zaman Ateş’ i sen ve ya senin ekibinden biri vurdu.”
“Bak
anlamıyorsun galiba. Benim sizinle işim daha sonra. Önceliğim baban. Ateş’i
Çiğdem vursa benden saklamazdı. Ben vursam senden korkup da saklamam. Ekibimde
benden habersiz böyle bir şey yapmaz. Seninki kim vurdu ya gitmiş.”
Büyük bir çelişki yumağı içinde kalmıştım.”
Söyledikleri doğruysa katil kim? Ömer
Aziz gayet ciddi konuşuyordu. Bakışları yalan söyleyen birinin bakışları
değildi. Hem böyle bir şey yapacak olsa bunu saklayacak bir kişiliği de yoktu.
Peki ama Ateş’i kim vurdu. Ulan Vatan ne vardı hemen kızı öldürdün. İşler iyice
karıştı.” Kendi kendime konuşuyor ileri geri yürüyordum.
Ömer Aziz;
“
Kardeşlik mevzusunu unut. Manitanı kim öldürmüşse buradan çıkınca bulursun. Biz
niye buradayız, buradan nasıl çıkarız bana onu söyle? “
“ Seninle
geçici bir antlaşma yapacağız. Buradan çıkana kadar savaşımıza ara vereceğiz.
Tamam mı?”
“Tamam.
Şimdi burada ne dönüyor anlat bana.”
“Bak
duvarda gördüğün yirmi resim yirmi karanlık ruha ait. Biz bunların ruhunu temizleyeceğiz. Ancak
ondan sonra serbest kalabiliriz.”
“İyide bu
karanlık ruhlarla bizim ne alakamız var.”
“O da
babamın işi. Her halde biz burada beraber savaşırsak kardeşliğimiz artar
sanıyor.”
“Mezarcı
fazla hayalperest.”
“Mezarcı
değil, Çöpçü Aziz.”
“Hayır Mezarcı.
Sana tavsiyem onunla vedalaş. Buradan
çıktığımda vedalaşmak için fazla zamanın olmayabilir.”
“Yav he
he anladık. Oğlum sen farkında değil
misin? Her hücrenle onun kopyası gibisin. Sen daha onun gölgesine basmadan o
istese senin ruhunu teslim alır. Seni ilk gördüğümde ben de babamdan bir parça
sende görmüştüm.”
“Göreceğiz
bakalım.”
Ben ve
Ömer Aziz yan yana yürüyerek ekip arkadaşlarımızın yanına gittik. İki grup bir
birini boğacak gibi bakıyordu.
“Beni takip edin “ diyerek labirentin içinde
ilerlemeye başladık.
Ömer Aziz
arkadaşlarının yanına gidip içinde bulundukları durumu açıklamaya başladı.
Bu sırada
Vatan ruhları kararmış, yirmi kayıp ruhu
labirentin farklı kapılardan serbest bıraktı. Halit labirentin içinde epeyce ilerlemiş
kimseyi görememişti. Durup sağ tarafına bakarak “Karabasan yanımızda kalem
kağıt yok. Bu yüzden ben söyleyeceğim sen yazacaksın” dediği sırada yüksek sesle siren çaldı. Siren
sesinin ardından “Av başlasın” diye bir ses geldi. Halit “Karabasan başlıyorum. Bak bir kelime
unutursan seni silerim.
Avcı gelen siren sesiyle büyük keyif
almıştı. Avcının tek hedefi vardı. Karanlık ruhlu avların hepsinin ruhunu
kendisi temizleyecekti. Ağır adımlarla
ilerlerken avının çıkardığı korku kokusunu hücrelerinin en derininde hissetmeye
başladı. İlk avı çok uzakta olmazdı. Uzaktan bir ses geliyordu. Neden ve nerede
olduğunu, başına neler geleceğini hiç bilmeyen av yardım çığlıkları atıyordu.
Avcı ürkek bir ceylan kılığına bürünerek sesin geldiği yöne doğru ilerlemeye
başladı. Kısa süre sonra av ve avcı karşı karşıya geldiler. Avcı çoktan planını
yapmıştı. Ürkek adımlarla ava yaklaşıp “Neredeyiz, niye buradayız?” diye sordu,
hiç bir şeyden haberi olmayan ava. Av “Bilmiyorum. Kim bizi buraya getirdi
amacı ne?” dedi. Avcısından hiç şüphe etmeden. Avcı avını tanımıştı. İlk avı
masum kız çocuklarına tacizde bulunan biriydi. Avına hissettirmeden arkasına
dolandı. Seri bir hareketle sol elinin avucunu avının kafa kısmına sağ elinin avucunu
çene kısmından kavrayarak hızla çevirdi. Avın boynundan gelen kütürt sesi
avcıyı fevkalade mutlu etmişti. Avcı gözlerini kapatıp avının karanlık ruhunun
göğe yükselişini seyretti.
Karabasan
söylediklerimi ezberledin dimi lan? Aferin hadi şimdi ikinci senaryoyu yazalım.
“
Ateş, Mehmet Söke işini hallettikten sonra
gecenin karanlığını yararak sessiz adımlarla evine doğru yol aldı. Evinin
sokağına vardığında durdu. Birkaç adım daha attıktan sonra köşeyi dönüp
saklandı. Tamda tahmin ettiği gibi biri
onu takip ediyordu. Saklandığı yerden hızla çıkıp takip eden kişinin boynunu
bileğiyle sıkıp “Kimsin beni niye takip ediyorsun? “ diye sordu. Nefessiz kalan adam çırpınarak cevap vermeye
çalışıyordu. Zorlanarak elini ceketinin cebine koyup siyah mühürlü zarfı
çıkardı. Ateş maskelinin mührünü görünce adamı serbest bıraktı. Serbest kalan
adam bir kaç öksürükten sonra “Maskelinin kesin talimatı var.” Diyerek zarfı
verip geldiği gibi karanlığın içinde kayboldu. Ateş adımlarını hızlandırıp
evine gitti. Kapıyı açıp içeri
girdiğinde ilk iş misafirini kontrol etmek oldu. Misafiri hala sayıklayarak
yatıyordu. Ateş misafirini uyandırmadan sessiz adımlarla diğer odaya geçip
ışığı açtı ve hemen zarfı yırtıp içindeki notu çıkardı.
Notta (GÖLGELER IŞIĞA ÇIKMASIN) yazıyordu.
Notun yanında başka bir not daha vardı.
Bu notta ise (Örgütümüzün bir çok üyesi ve gölgeler deşifre oldular. Sen
yeni Gölge olduğun için deşifre olman imkansız bu sebeple ikinci bir emre kadar sadece ışığa çıkma, mekanında sabit kal.)
yazıyordu.
Ateş aldığı zarfı ve notları imha ettikten
sonra işkence odasındaki bütün malzemeleri gizli bölmeye taşıdı. Gölge olduğunu
belgeleyecek her ne varsa hepsini gizli bölmeye taşıdı. Gizli bölmeyi kapattığı
sırada içerden misafirinin olduğu odadan çığlık sesi duydu. Hızla belinden
silahını çekip çığlığın geldiği odaya doğru koştu. Kapıyı hafifçe aralayıp
içeriye baktı. Kimseler yoktu. Misafiri yattığı yerden doğrulmuş nerde olduğunu
anlamaya çalışıyordu. Ateş silahını saklayıp sessizce içeri süzüldü. Misafirinden
başka kimsenin olmadığına emin olunca ışığı açtı. Işığı açar açmaz misafiri bir çığlık daha
attı. Ateş hızla koşup kızın ağzını kapattı. Zavallı kızın yüreği ürkek bir tavşanın ki gibi çarpıyordu.
Neredeyse korkudan ölmek üzereydi. Ateş kızı sakinleştirmek için “Sakin ol.
Benden sana zarar gelmez. Ben sana yardım ettim. Bak dizini kollarını sardım.
Ateşin vardı ateş düşürücü verdim. Şimdi elimi çekeceğim ama bağırmak yok tamam
mı?”
Kız başını
tamam manasında sallayınca Ateş yavaşça elini kızın ağzından çekti ve kızın
karşısında ki kanepeye oturdu. Kız hala korkutan titriyordu. Ateş ayağa kalkıp
sürahiden bir bardak su doldurup kıza uzattı.” Al bunu iç. Sakinleş korkmana
gerek yok. Artık sana kimse zarar veremez.”
Kız suyu
iki avucu arasına alıp titreyerek içmeye çalıştı. Suyun yarısını titrediği için
dökmüştü. Kalan yarısını içip derin bir nefes aldı. Biraz kendine gelmeye
başlayınca Ateş’in kendisini kovalayan iki kişiyle kavga ettiğini hatırladı.”
Seni hatırladım. Sen beni kaçıranlarla kavga ediyordun. Sonra ne oldu bana?
Nasıl geldim buraya?” diye sordu.
Ateş” ben seni kovalayanları pataklarken sen
bayıldın. Sonrası işte buradasın.”
“Benim
yüzümden başın belaya girecek.”
“Sen onu
dert etme. Ben başımın çaresine bakarım. Durumun nasıl? İstediğin zaman
gidebilirsin.”
“İyi
sayılırım. Sana da yük oldum. Ben kalkayım.”
“Yok ben
onu demek istemedim.”
“Olsun ben
kalkıp gideyim zaten benim yüzümden başına bela aldın.”
Genç kız
ayağa kalkıp iki adım attıktan sonra yere kapaklanınca Ateş oturduğu yerden
kalkıp yere düşen genç kızı kucaklayarak yerine uzattı.
“Hiç bir
yere gitmiyorsun. İyice iyileşip kendine gelene kadar misafirim olacaksın.”
“Ama...”
“Aması
maması yok. Genç bir kızı bu saatte ve bu halde kapı dışarı etmek bana
yakışmaz. İyice iyileşirsen seni anne babana ben götürüm.”
“Ama...”
“Hala ama
diyorsun. Uzatma ne diyorsam o.”
“Benim
anne babam yok ki.”
“N-ne
nasıl yok?”
“Yok işte.
Ölmüşlerdir her halde.”
“Nasıl
yani?”
“Ben
kendimi bildim bileli yetimhanede büyüdüm.”
“Kaderdaşız
desene. Ben de anne babasız büyüdüm. Ee kimi kimsen yok mu?”
“Yok. On
sekiz yaşını doldurunca yetimhaneden postalıyorlar. Yetimhane benim evimdi.
Evimden ayrılınca acımasız dünya karşısında savunmasız ve güçsüz kaldım. Namusumla çalışıp kendi kendime yetinmeye
çalıştım. Ama kimsesiz olduğumu her öğrendiklerinde namusuma göz diktiler. Kaç
defa ölmek istedim ama başaramadım. Dört
yıldır neler çektim neler. Son olarak senin dövdüğün adamların eline
düştüm. Beni aç bırakıp her gün dövdüler. Paralı adamların altına yatmamı
istiyorlardı. Ben kabul etmeyince dövüyorlardı.
Artık açlık ve dayak dayanılmaz bir hal alınca mecburen teslim oldum ve
istediklerini yapacağımı söyledim. Beni güzelce giydirip lüks bir eve götürerek
yatak odasına koydular. Kendileri evin
dışında bekliyorlardı.
Odaya kel
kısa boylu kıllı göbekli çirkin bir adam girdi. Adam iğrenç bir şekilde gülerek
dolaptan transparan bir elbise çıkardı bir de kırbaç. Elbiseyi yüzüme fırlatıp
giymemi istedi. İtiraz ettim. Çok korkuyordum. Hayvan herif üzerime doğru gelip
kırbaçla sırtıma vurmaya başladı. Canım çok yanıyordu. Tamam vurma giyeceğim
dedim. Ben elbiseyi giymeyi kabul edince vurmayı bırakıp gevrek gevrek gülerek
viski doldurmaya başladı. Ben korkuyla etrafıma bakıyordum. Büyük bir şişe
gördüm. Beynim dönmüştü. Şişeyi aldım hayvanın kafasında parçaladım. Sonrada
gizlice arkadan kaçtım. Hayvan hemen adamlara haber vermiş. Beni kovalamaya
başladılar. Sonra sen yetiştin. Sen yetişmesen beni kesin öldürürler. “
Zavallı kız başından geçenleri
anlatırken gözlerinden akan yaşlara engel olamıyordu. Sanki anlatmıyor bir daha
yaşıyordu. Oturduğu kanepede iyice büzülmüş ufacık gözüküyordu. Ateş duydukları
karşısında deliye dönmüştü. Kızın korkulu gözlerle baktığını görünce öfkesini
belli etmemeye çalışarak “Artık geçti sana zarar vermeyecekler. Lafa daldık
sormayı unuttum açmışsın? Açsındır tabi. Dur ben bir şeyler hazırlıyayım.”
Genç kız
hiçbir şey söylemeden göz yaşlarını silerek oturduğu kanepeye iyice sindi. Ateş
mutfakta bir şeyler hazırlarken genç kızı rahatlatmak için başka konular açmak
istedi ve ismini sordu.
Kız” Su “
diye cevap verince Ateş” Masanın üzerinde sürahi var oradan içebilirsin veya
bekle ben sana getireyim “ dedi.
Genç kız
gülerek” Yanlış anladın benim adım Su “
dedi.
Ateş de
gülerek” Pardon ya Su deyince şey ettim. Benim adım da Ateş. “
****’***
Cellad, babamın verdiği emirleri yerine
getirmek için harekete geçmişti. İstihbaratta ki adamından savcı Zeynep
hakkında bilgi almak için ormanda
buluşma ayarlanmıştı.
Ormanda
belirlenen adrese gelince korumalarını arabada bekletip kendisi yalnız çıkarak
yirmi metre kadar yürüdükten sonra ağacın arkasında gizlenen istihbaratçı
gizlendiği yerden çıkıp Callad’ın karşısında durdu. Cellad la tokalaştıkları
sırada tiz bir ıslık sesi geldi ve istihbaratçı kafasının arkasından yediği
mermiyle yere Cellad’ın üzerine yığıldı. Cellad’ın korumaları arabadan çıkmak
üzereyken aracı hedef alan roket atar arabayı havaya uçurdu. Cellad yalnız kalmıştı.
Siper alıp silahını çekti. Sınaypır olduğu için yerinden kımıldayamıyordu.
Kendisine yaklaşan adamları ustalıkla bir bir indiriyordu. Karşı ateşte bulunanlar çok kalabalıktı.
Cellat iki tabancasının bütün mermilerini harcamış her mermiyle bir adam
indirmişti ama adamlar tükenmemişti.
Mermileri bittiği için çaresiz kalmıştı. Saklanacak hiçbir yeri yoktu.
Dört bir yanını kamuflajlı adamlar sarmıştı. Cellad’ın mermisinin bittiğini
anlayınca hızla yaklaşıp uzun namlulu silahlarını doğrultarak teslim olmasını
istediler. Cellad çaresiz yüzü koyun uzanıp ellerini arkaya uzattı. Kamuflajlı
adamlar Cellad’ın bileklerini kelepçelemek istediler. Çelik kelepçeler
Cellad’ın bileğine küçük Geliyordu. Mecburen
çırt kelepçeler kullandılar. Altı kişi büyük zorlukla Celladı kaldırıp
dizleri üzerine çökerttiler. Siyah çizmeli askeri kamuflajlı Kuzgun Cellad’ın
karşısına dikilip “Seni bu kadar kolay yakalayacağımız aklıma gelmezdi. Hey
gidi Cellad. Alın bunu merkeze götürün.
“ dedikten sonra Telefonla Ahtapot Suzan’ın arayıp Cellad’ı
yakaladıkları haberini verdi.
Merkeze geldiklerinde Cellad’ı tel kafese
sıkıca bağladılar. Kuzgun eline jiletli bir sopa alıp Cellad’ a vurmaya
başladı. Cellad sorulan hiç bir soruya cevap vermiyordu. Bir saate yakın
işkence edilmişti ama Kuzgun Cellad’ın ağzından tek kelime alamamıştı. Kuzgun öfkeden deliye dönmüştü.
Çıldırmışçasına sopayla Cellad’a vuruyordu. Ahtapot Suzan içeri girip Kuzgun’un
bileğinden tutarak “Yorma kendini senin hiç bir tekniğin bu adamı
konuşturamaz.” Dedi.
Cellad
hiçbir şey olmamış gibi gülerek “Evlat şöyle çekil kenara. Manzaramı kapatma.
Senle spora sonra devam ederiz.” Dedi.
Kuzgun
adeta deliriyordu. Silahını çıkarıp Cellad’ın kafasına dayayarak “Efendim izin
verin sıkıyım kafasına. “ dedi .
Ahtapot Suzan tabancayı Kuzgun’un elinden
alıp “Senin sinirlerin gevşemiş. Çık biraz dinlen.” Dedikten sonra Cellad’a
yaklaştı. Kuzgun çıktıktan sonra Suzan “ Hey gidi haşmetli Cellad, sadık
Cellad. Maskelilerin vazgeçilmez yaveri güvenilir Cellad. Bu acemiler sana
işkence ederek seni konuşturacaklarını sanıyorlar. Yazık yeni yetmeler hiçbir
şeyden anlamıyorlar. Senin gibi beş adamım
olsa Dünyayı dize getiririm. “
Cellad
Ahtapot Suzan’nın sözünü keserek “Madem beni bu kadar iyi tanıyorsun
konuşmayacağımı biliyorsun niye kafama sıkmıyorsun. Benden ne istiyorsun?” dedi
gayet rahat bir şekilde.
Suzan
gülerek “Sen bana hiçbir şey veremezsin. Ben istediğimi alırım. İstediğimi
veririm. Mesela sen Savcı Zeyneb’i o istihbaratçıdan istiyordun dimi.”
Kafasıyla işaret edip getirmelerini emretti. Leyla savcı Zeyneb’i getirip
dizleri üzerine çökertti. Suzan hiç düşünmeden tabancayı Zeynep’in ensesine
dayayıp bir el ateş ederek” Bak Zeynep’i sana verdim. Şimdi ben sana ne sorsam
cevap vermeyecek üstüne alay ederek güleceksin dimi? Cellad kafasını
sallayarak” Aynen öyle “ dedi. Ahtapot
Suzan Leyla’ya” getir “ emrini verince,
Leyla leptobu getirip açtı. Ekran ikiye ayrılmıştı. Birinde Aynur, Pars
ve Asya vardı, diğerinde Suskun vardı.
Suzan”
Şimdi ben sana desem ki bana en tepedeki yıldızların yerini söyle arkadaşların
kurtulsun sen yok dersin. “
Yorumlar
Yorum Gönder