Kayıp ruhlar lisesi ESARET 32

 

Ateş ile adam arasındaki mesafe  bir metre kadardı. Genç kız suratına yediği şiddetli tokatla yere düşüp kalkamamıştı. Sol elini yere koyup destek alarak hafif doğrulup Ateş’ e baktı.  Ateş’in gözlerinde korku değil öfke vardı. Silahlı adam, Ateş’ten ellerini kaldırıp dizlerini çökmesini istiyordu.

 

 Ateş gözlerini silahlı adamın gözlerinden hiç ayırmıyordu.  Ateş silahlı adamın sol arka kısmına bakıp “Hayır yapma” diye bağırınca, silahlı adam refleksle sol arka kısmına baktı. Aslında silahlı adamın sol arka kısmında kimse yoktu. Bir an başka yöne bakan silahlı adamın bileğine, Ateş hızlıca bir tekme attı. Adamın elindeki silah fırlayıp kaldırımın üzerindeki çöplerin arasına karıştı. Ne olduğunu anlamaya fırsat bulamadan karnına gelen tekmeyle kendisi de yola iki seksen uzandı. Ateşten temiz bir dayak yiyen iki adam arkalarına bakmadan koşarak kaçtılar. 

 

 

 

Ateş arkasını dönüp genç kızın durumunu kontrol etmek istediğinde kızın düştüğü yerde bayılıp kaldığını gördü. Hızla kızın yanına varıp durumumu anlamaya çalıştı.  Etrafına baktığında yardım edecek kimse yoktu. Genç kızın yüzüne hafifçe vurarak ayıltmaya çalıştı ama kız kendine gelmiyordu. Kızın vücudunda ufak tefek morluk ve kızarıklıkların dışında ağır bir yara gözükmüyordu. Ateş ne yapacağını şaşırmıştı. Vicdanı kızı orada bırakmaya müsaade etmiyordu. Eve götürüp götürmeme  arasında kararsız kalmıştı. Etrafını kontrol ettikten sonra çöp arabasını boşaltıp dikkatli bir şekilde kızı içine yerleştirdi.

 

 

 

   On dakika kadar arabayı itekledikten sonra hastane caddesine vardı. Amacı kızı hastaneye bırakıp kaçmaktı. Hastaneye yaklaştığında her yerde polis arabaları olduğunu gördü. Bu kadar polis içinden geçmek intiharla eş değerdi. Gerisin geri dönüp bir iki cadde ilerledikten sonra bir parkın içine girdi. Genç kızı arabadan çıkarıp parkın bankına bırakarak gidecekti. Kızı çıkarmak için eğildiğinde genç kız acı bir şekilde inliyor sürekli terliyordu. Genç kızın bu halini görünce vazgeçti.       

 

“Ne yapacağım, nereye bırakacağım?” diye düşünerek yürürken evinin sokağına geldiğini fark etmemişti. Kapının önüne gelince sağını solunu kontrol etti. Kimsenin olmadığını görünce bahçe kapısının zincirli kilidini açtı. Arabayı bahçede kömürlüğün olduğu kısma getirdi. Tekrar etrafına bakındı, kimsenin olmadığına emin olunca genç kızı arabadan çıkarıp kucakladı.

 

 

 

  Üç göz odanın salon kısmındaki karşılıklı iki kanepenin pencereye uzak olanına kızı uzattı. Gerçi pencere tahtalar çakılarak kapatıldığı için fark eden bir şey yoktu ama yine de sesinin duyulması ihtimaline karşı böyle yapmıştı. Eliyle kızın alnına dokundu.  Mutfaktan bez ıslatıp getirerek kızın anlına ve koltuk altına koydu. Kızın üzerindeki fazla elbiseleri çıkarıp ateşini düşürmeye çalıştı.

 

 

 

  Genç kız sürekli terliyor ve sayıklıyordu. “Yapmayın... Bırakın beni... Vurmayın... Hayır...” Sürekli olarak aynı şeyleri tekrarlıyordu.

 

 

 

Ateş, genç kızın yükselen ateşini düşürmek için nöbetçi eczaneden ateş düşürücü alıp genç kıza verdi. Kızın düzgün beslenemediği her halinden belli oluyordu. Yanakları çökmüş, vücudunun kemikleri sayılacak kadar zayıftı.

 

 

 

Ateş’in zamanında yaptığı müdahaleler sayesinde kızın ateşi yavaş yavaş düşüyordu. Kızın ateşinin düştüğünü görünce asıl yapması gereken vazifesini hatırladı. “Kız nasıl olsa yatıyor. Ben Mehmet Söke işini halledeyim. “ diyerek kızı evde bırakıp eğlence merkezlerinin olduğu yere gidip dışarıda  beklemeye başladı. Bir müddet bekledikten sonra Mehmet Söke ve iki arkadaşının eğlence merkezinden çıktığını görerek takibe başladı. Üç sarhoş tenha sokakta sallana sallana yürüyorlardı. Birkaç cadde yürüdükten sonra Mehmet Söke diğer iki sarhoştan ayrılıp farklı bir sokağa saptı.

 

 Ateş adeta bir gölge gibi sessiz takibe devam ediyordu. Sarhoş adam birkaç sokak sonra dört katlı eski bir apartmana  girdi. O denli sarhoştu ki peşinden gelen Ateş’i fark etmesi mümkün değildi. Apartmanın son katına çıkıp zorlanarak anahtarı kilide sokup kapıyı açtı. İçeri girdikten sonra alelade kapıyı itekleyerek kendisini ilk bulduğu kanepenin üzerine attı. Kapı tam kapanacağı sırada Ateş son anda yetişip ayağını önüne koyarak kapanmasını engelledi.

 

Bir yılan gibi içeri süzülüp avını aramaya koyuldu. Karanlık bir oda olmasına rağmen kurbanını bulmakta hiç zorlanmadı. Çünkü çıkardığı homurtular yerini ayan beyan belli ediyordu. Ateş cebinden çıkardığı ipi kurbanının boynuna dolayıp gerdirmeye başlayınca sarhoş adam kendine gelip çırpınmaya başladı. Ateş bir ayağını kanepeye diğer ayağının dirseğini kurbanının karnına bastırarak ipi tüm kuvvetiyle geriyordu. “Susuz kalmış tohum. At pisliği kılıklı gübre.  Gerçi gübrenin toprağa faydası vardır  ama at pisliği pek kullanmazlar. Lan sen kırmızı eldiveni hiç duymadın mı? Gerçi duysan çocuklara ilişmezdin. İşte şimdi duydun. Senin gibi zararlı kenelerin hepsini yok edeceğim. “ diye bağırarak ipi sıkıca geriyordu. Sarhoş adam daha fazla dayanamayarak nefessiz kaldığı için bayılmıştı.

 

Ateş evde bulduğu bez parçalarıyla adamı baş aşağı gelecek şekilde antre kapısına astı. Ağzına sıkıca bağladıktan sonra üzerine bir kova su dökerek kendine gelmesini sağladı. Sarhoş adam ne olduğunu anlayamıyordu. Dünyaya baş aşağı bakıyor, Ateş’in ayaklarını görüyordu. Ateş sarhoşun kulağına eğilip “Sen masum çocukları organları için kaçırıp satıyorsun. Yaşaman için tek şansın var. Ağzını açtığımda bana çocukları kime sattığını tek tek söyleyeceksin onun dışında bir şey söylersen ayaklarından başlayarak seni keserim.”

 

 

 

Adam tamam manasında kafasını sallayınca Ateş adamın ağzında ki bez parçasını çıkardı. Adam can korkusuyla bildiği her şeyi bir bir anlattı. Ateş adamın ağzını tekrar bağladıktan sonra” Aferin sözünde durdun. Sıra bende. Ben de sana verdiğim sözü tutacağım. Ayaklarına ellemeyeceğim. “ diyerek ayağa kalktı. Elindeki bıçağı adamın göbek deliğinin biraz yakınına gelecek şekilde sürterek” Sen çocukların organlarını sattın, cezanda aynıyla olacak “ dedikten sonra bıçağı bastırdı ve aşağı doğru çekmeye başladı. Bıçak adamın boğazına kadar inmişti.  Canlı canlı kesilen adamın kanları yukarıdan süzülerek adamın yüzünü yalayıp yere akıyordu. Ateş adamın karnını tamamen yardıktan sonra iç organlarını çıkarıp yere attı. Mehmet Söke ile işini bitirdikten sonra üzerine bir çift kırmızı Eldiven atıp geldiği gibi sesiz bir şekilde apartmandan ayrıldı.

 

 

 

      ******

 

 

 

   Babam yaşanan son olaylardan dolayı aşırı şekilde öfkelenmişti. Kırmızı Eldiven’in her kaybedilmiş üyesi babamın kalbine saplanan  bıçak darbesinden farksızdı. Odada bulunanlar babamın öfkesinden nasibini almamak için seslerini çıkarmıyorlardı.  Burnundan soluyarak öfkeli bir şekilde “Bu gün çok kıymetli arkadaşlarımızı kaybettik. Bunların çoğu uyuyan hücreydi. Bunların yeri nasıl tespit edildi. Bunlar halkın içine karışmış gölge yıldızlar değil miydi? Biz de yıllarca gölge yıldız olduk. Bastığımız toprağın izini bile bulan olmadı. Cellad, bu işle ilgilen. Bütün gölgeler kaybolsun. Ahtapot Suzan işi bitene kadar  bir  gölge bile ortaya çıkmayacak. Diğer birimlerimiz üst düzey alarma geçsinler. Birisi ve ya birileri hakkımızda her şeyi ötmüş. Sana gelince Sıla hanım. Acemice bir işe kalkıştın. Sana Ahtapot ‘un ne denli tehlikeli biri olduğunu söylemiştim.  Sen ne yaptın onu bulacağına onun mallarına zarar verdin. Sonuç Ahtapot’ un iki kolunu kestin ama daha altı kolu var. Bu kadının öfkesiz hali bile büyük tehlikeyken sen onu kızdırarak daha da tehlikeli hale getirdin. Ali Dayı’nın şehit olmasının sebebi sizin acemiliğiniz.  

 

 

 

  Annem duydukları karşısında öfkeden deliye dönüyordu ama şu an da Aziz’ e  cevap vermekle elini ateşe koymak arasında hiç bir fark yoktu.

 

 Babam sözlerine devam ederek” Suskun sen ve Berko iki gün içinde bana Ahtapot hakkındaki bütün bilgileri getireceksiniz. Ne yapıp edin bu kadına ulaşın. Operasyonu bizzat yöneteceğim. Sıla sana gelince; sen, Alya ve Aynur Huruza’yı bulacaksınız.  Onu sağ istiyorum. Hatanı ancak bu şekil de telefi edeceksin. Anlaşılmayan bir şey var mı? “

 

 

 

Ekip bir birine bakıyordu. Konuşmaya cesaret eden kimse yoktu. Suskun cesaretini toplayıp” Efendim gizli yerlerimizi ve gölgelerin kimliklerini öten mutlaka biri var. Bu kesin. Bu yerleri ve isimleri bilen çok az kişi var. Benim bir tahminim var ama emin değilim. “

 

 

 

“ Kim? “

 

 

 

“ Efendim, Savcı Zeynep biliyorsunuz ki bir İki aydır kayıp. Acaba diyorum. “

 

“ Zeynep asla bizi satmaz. Kırmızı Eldiven ona yeni bir hayat verdi. O da yeni hayatını kırmızı Eldivene adadı. “

 

 

 

“ Yok efendim siz beni yanlış anladınız. Ben de onun bizi satacağına ihtimal vermiyorum. Demek istediğim acaba kaçırılıp bir şekil de konuşturdular mı?  Biliyorsunuz çağımızda farklı işkence tekniklerinim yanı sıra psikolojik ve kimyalar kullanarak da konuşturabilirler. Hem savcı hanım işkencelere alışık biri değil. Dayanabileceğini de sanmıyorum. “

 

 

 

“ Söylediklerinde haklı olabilirsin. Gölgelerin yerini buradakiler biliyor. Ayrıca Savcı ve iki kişi daha biliyor. Cellad o iki kişiyi sen biliyorsun? Tim gönder onları buraya getir. Ayrıca emniyet ve istihbarattaki arkadaşlardan yardım alarak Savcı’yı bulun.  Arkadaşlar emirlerim harfiyen yerine getirilecek. Gerekirse yemiyeceksiniz, içmeyeceksiniz hatta uyumayacaksınız. Bu işler bitene kadar bize rahat yok. Bakın büyük kuruluşumuz hiç görmediği kadar büyük zarlar gördü. Tekrar küllerimizden doğmak için bir şansımız var. Ya küllerimizden yeniden doğacağız ya da küllerimizi denize savuracaklar. Biz kül olursak masum çocukları kim koruyup kollayacak. Yaşlıları, mazlumları, hayvanları kim koruyacak. Bu iş ölüm kalım meselesi. Biz ölelim ama bizden sonrakilere daha güzel bir hayat bırakarak ölelim. Şimdi görev başına. “

 

 

 

Babamın talimatından sonra herkes sırayla odayı terk etmeye başladı.  Berko ve annem odada kaldılar.

 

 Berko” Kardeş bu işi uzatmanın anlamı yok. Ahtapotun mekanını buldukları an da ben Sen Alya ve Sıla basalım mekanı. Bizim elimizden kim kurtulur.  Bu olayı fazla uzatmanın anlamı yok. “ dedi.

 

 Babam acı acı gülerek” Berko sen bu kadını tanımıyorsun. Bu kadın çok sinsidir. Öyle paldır küldür girip alamayız. Sizleri küçümsemiyorum ama onu da küçümsemiyorum. O kadını elimizden kaçırırsak bizlere vereceği zararı tahmin bile edemezsin. “ dediği sırada annem söze girerek “ Çöpçü seni tanıyamıyorum. Sen Aziz Arslan’sın bir kadın seni nasıl bu kadar korkutabilir?  Silkelen kendine gel. “

 

 

 

“ Sıla ne yapsam, ne söylesem senin için boş. Ulan, sen kadının mekanını bastın bir saat sonra kadın senin en mahrem bilgilerine ulaşıp adamlarını yok ediyor. Bu sana hiç mi bir şey ifade etmiyor?”

 

 

 

“ Tamam be  anladık. Kadın çok tehlikeliymiş. Ee bizim de elimiz armut toplamıyor ya. Sen beni saf mı sandın? Benim amacım tam da buydu. Onu kızdırıp ortaya çıkarmaktı. O da oltaya geldi. Misilleme yapacağını biliyordum. Bu yüzden birçok yere adam yerleştirdim. Şu an da Huruza’yı ve Suzan’ı takip ediyorlar. Aynur Suzan’ın peşinde.  Pars ve Asya da Huruza’nın. Huruza baskında yara almış. Pars ve Asya bizden haber bekliyorlar. “

 

 

 

“ Bak işte bu hareketin sana vereceğim cezayı hafifletecek. Hemen Pars’ı ara mekanı öğren. Berko sende Alya’ya haber ver. Sadece biz gideceğiz. “

 

 

 

Babam annemin bu zekice hareketini duyunca öfkesi azalmıştı. Hazırlıklar yapılarak yola çıkıldı.  

 

 

 

   Huruza, Ali Dayı’nın yakınında olduğu için patlayan bombaların parçaları kafasına ve sırtına çarpmıştı. Çok ağır yaraları yoktu. Aldığı yaraların tedavisi için özel bir hastaneye kaldırılmıştı. Hastanenin her yeri korumalarla doldurulmuştu.

 

 

 

 

 

  Pars ve Asya uzak bir mesafeden hastaneyi gözlüyorlardı. Sıla’dan gelen talimatla işe koyuldular. Asya Pars’ın omuzuna bir el ateş ettikten sonra  arabayı çalıştırıp hastanenin acil kapısına doğru sürmeye başladı. Hastanenin acil kapısına varınca sert bir fren yaparak “Yardım edin. Sedye getirin” diye bağırmaya başladı. Pars abartılı bir şekilde bağırarak kanlı omuzunu tutuyordu. Acil personeli hızla sedye getirerek Pars’ı arabadan çıkarıp sedyeye yerleştirerek ameliyathaneye doğru götürmeye başladılar. Asya peşlerinden giderek “Arabada gidiyorduk birden bire silah sesi duydum sonra bi baktım eşim vurulmuş. Ne olur kurtarın onu” diye ağlayarak sedyenin peşinden koşuyordu.  Pars’ı ameliyathaneye aldıklarında Asya oturup ağlamaya devam ederek göz altından etrafı kontrol ediyordu. Ayağa kalkıp lavaboya doğru ilerlemeye başladı. Lavaboda bir hemşire yüzünü yıkıyordu. Sessizce tuvalet kapısını kilitledikten sonra yüzünü yıkayan hemşirenin arkasından yaklaşıp ağzını ve burnunu kapatarak tuvalet kısmının içine girdi. Hemşireyi bayıltıp kıyafetlerini giyerek lavabodan çıktı. Seri adımlarla ilerleyerek asansöre binip ikinci katın düğmesine bastı. Bütün katların düğmelerine bastı. Asansör her kata geldiğinde duruyor kapısı açılıyordu. Asya asansörün durduğu katı kontrol ediyor diğer kata çıkıyordu. Beşinci ve son kata geldiğinde asansör kapısı açıldı koridor korumalarla doluydu. Asya Huruza’nın kaldığı katı öğrendikten sonra asansör kapısını kapatıp mesaj çekerek beşinci katta olduğunu haber verdi. Asansör dördüncü kata gelince Asya asansörden çıkıp koridorda yürümeye  başladı.  Malzeme odasının kapısını görünce çaktırmadan içeri girdi. Yangın sensörlerinin olduğu yere yaklaşıp bulduğu kağıt parçasını yakarak sensore yaklaştırdı. Kısa sürede yangın sensörü devreye girip alarm çalmaya başladı. Asya personel odasından çıkıp  “Yangın var. Yangın var.  “diye yüksek sesle bağırmaya başladı. Ortalık bir an da karışmaya başladı.

 

Asya merdivenlerden bir üst kata çıkarak” Acil boşaltın. Alt katlarda yangın çıkmış.  “ diyerek etrafı velveleye verdi. Korumalardan biri Asya’ya yaklaşıp” Hemşire hanım hastamız önemli biri. Ne yapacağız?” deyince, Asya” Öyle dikileceğine bana yardım ette hastanızı sedyeye taşıyalım. Sonrada başka bir hastaneye nakledelim. “ diyerek Huruza’nın odasına girdi.  

 

 

 

(Bu kısımda anne ve babamdan isimleriyle söz etmek istiyorum. Mükemmel dörtlü bir aradayken akrabalık ilişkileriyle sizi sıkmayayım.)

 

    Huruza’yı  sedyeye yerleştirdikten sonra odadan çıkarıp koridorda hasta asansörüne doğru götürmeye başladılar. Huruza’nın korumaları Huruza’nın sedyesi etrafında neredeyse etten duvar örmüşlerdi. Merdivenlerin yanından geçerken ağzı maskeli bir kadın ve bir erkek doktor merdivenlerden yukarı çıkıyorlardı.

 

Kadın doktor “Hemşire hanım siz alt kattaki hastalarla ilgilenin. Buradaki hasta önemli biri, biz ona refakat ederiz” diyerek sedyeyle beraber ilerleyip hasta taşıyan asansörün yanında beklemeye  başladılar.

 

 Asansör kapısı açılınca erkek doktor önden sedyeyi çekip Asansöre yerleştirdi. Kadın doktorda arkadan itekleyip asansöre girdi.  On iki koruma asansöre girmeye çalışınca  doktor “Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz?  Bu kadar kişiyi  asansör taşır mı? Hem hastayı havasızlıktan öldürecek misiniz?” deyince, dört koruma asansöre bindi. Diğerleri de diğer asansörü beklemeye başladılar.  Asansör ağır ağır aşağı katlara inerken erkek doktor kadın doktora göz kırptıktan sonra belinden bıçağını hızla çekip önünde duran korumanın boynuna sapladı. Diğer korumalar, silahlarına dokunmalarına fırsat kalmadan kadın doktor kılığına giren Sıla, susturucu taktığı tabancasını ateşleyip üç korumayı da anında vurdu. Korumaları sedyenin arka kısmına çeken Aziz asansör kapısının önünde beklemeye başladı. Huruza’yı bekleyen ambulans eksi birinci katta duruyordu. Ambulansın şoför kısmında Berko vardı. Alya da ambulans içindeydi. Asansör eksi birinci kata gelince kapısı açıldı. Aziz “Açılın, açılın” diyerek kapı önünde bekleyen korumaları biraz uzaklaştırırken sedyeyi dışarı doğru çekmeye başladı. Aziz’in sesini duyan Alya ve Berko silahlarını gizleyerek ambulanstan indiler. Ambulans yanında bekleyen yaklaşık on üç on dört koruma vardı. Sedyenin yarısı asansörün içindeyken Berko ve Alya tabancalarını çıkarıp ateş etmeye başladılar. Aynı an da Aziz gizlediği bıçaklarını seri bir şekilde çıkarıp attığını yere indirdi. Sıla sedyeyi hızla itekleyip ambulansa soktuğunda Huruza’nın korumalarından yaşayan kalmamıştı. Berko ve Alya ambulansın ön kısmında Aziz ve Sıla’dan arka kısmında gidiyorlardı. Sıla kendini tutamayarak Huruza’nın çenesine sert bir yumruk vurup ulan fare kılıklı pislik. Yaşına başına bakmadan bize çok çektirdin. Senin yüzünden beş yıl kızımdan uzak kaldım.  “ diyerek silahını çıkarıp Huruza’nın anlına dayadı. Aziz, Sıla’nın elini tutup” Dur sakın ateş etme. Ben de senin kadar öfkeliyim bu şerefsiz adiye. Ama onun cezasını biz kesmeyeceğiz. En az bizim kadar öfkeli biri daha var. Cezasını o kesecek. “diyerek Sıla’yı engelledi.

 

 

 

 

 

 

    Sırtımı labirentin duvarına yaslamış oturuyordum.  Yerde yara bere içinde kalkmaya çalışanlar gruplaşarak ayrı köşelere geçip oturarak dinleniyorlardı.  Babamın niye böyle bir şey yaptığını anlamaya çalışıyordum. Vatan’nın hazırladığı ilacı içtikten sonra daha dinçleşmiş üzerimdeki uyku mahmurluğu da kaybolmuştu.  Ejder, Kirli ve Çaki Ömer Aziz’in yanında oturuyor nasıl tuzağa düştüklerini anlamaya çalışıyorlardı.

 

Ayı Memo ve Beton Uğur güç toplayıp tekrar saldırmak istiyorlardı ama aldıkları darbelerin acısıyla ayağa kalkamıyorlardı. Buse bana yaklaşıp “Bizi bunları öldürmemiz için mi koydular buraya, yoksa şu fotoğrafları olan şeref yoksunlarını öldürmemiz için mi?” diye sordu.

 

 

 

 Dudağını büküp “Galiba ikisini de istiyorlar.” Derken elim cebime çarpınca bir ses çıktı.

 

 Cebimden gelen sesin ne olduğunu anlamak için elimi cebime sokup içindekini çıkardım. Katlanmış bir  kağıt parçası. Kağıtta (Sen ve Ömer Aziz kardeşsiniz) yazıyordu. 

 

 Kağıdı katlayıp cebime koydum. Öfkeli bir şekil de ayağa kalkarak Ömer Aziz’e doğru yürümeye başladım. Ömer Aziz kafasına aldığı darbe yüzünden bir eliyle başını tutuyordu.

 

  Yaklaştığımı görünce ayağa kalkmaya çalıştı.  Öfkeli bir şekilde Ömer Aziz’e yaklaştığımı gören arkadaşları zor bela ayağa kalkıp Ömer Aziz’in önünde durdular. Ben yürürken, Çaki elini uzatıp “Ağır ol bakalım.”

 

  Çaki’nin kolunu tutup ters çevirerek duvara fırlattım. Ejder’in attığı yumruğu engelleyip karnına tekme atarak ayağımı yere koymadan Kirli’nin yüzüne de tekme attım.

 

 Ömer Aziz’le karşı karşıyaydım. Ömer Aziz “Bunlara gerek yok seni tek başıma da döverim.” Diyerek gardını aldı.

 

 “Seninle konuşmamız lazım. Ya adam gibi gel. Ya da seni döve döve götürüm.”  Dedim.

 

Adeta gözlerinden ateş püskürüyordum.     

 

Ömer Aziz, bakışlarımdan biraz ürkse de belli etmeyerek “Benim seninle konuşacak hiç bir şeyim yok.” Diyerek dizini kaldırıp  karnıma vurmak istedi.  Elastik vücudumu kullanıp zıplayarak Ömer Aziz’in arka kısmına geçip dizine vurdum. Diz çöktürdükten sonra bileğimle boynunu sıkıp “Gel diyorsam geleceksin.” Diyerek götürmeye başladım.

 

 Buse peşimizden gelmek isteyince “Sakın kimse gelmesin. Uğur Memo sizde bunların gelmesini engelleyin.” Diyerek arkadaşlarımın bulunduğu kısımdan ayrılıp başka bir kısma Ömer Aziz’i de alıp gittim.

 

Diğer kısma geçince boğazını sıktığım Ömer Aziz’i yere doğru fırlatıp “Bana bak, burada konuşup her şeyi halledeceğiz.”

 

 

 

Ömer Aziz bir iki öksürükten sonra nefesini düzeltip “Ne konuşacaksan konuş.”

 

 

 

Elfida cebinden kağıdı çıkarıp Ömer Aziz’ e fırlattı. Ömer Aziz kağıdı alıp açarak yazıyı okuduktan sonra gülmeye başladı.

 

 

 

Elfida sinirli bir şekilde “Ne gülüyorsun  lan? Bu kağıttaki notu ne amaçla kim yazdı biliyor musun?”

 

 

 

“Sen bilmiyor musun?”

 

 

 

“Bana bak çocuk. Gülmeyi  bırak soruma cevap ver.”

 

 

 

“Kim yazdı bilmem. Amacını hiç bilmem.”

 

 

 

“İyi de niye böyle bir oyun oynasınlar. Ne alaka? “

 

 

 

“Oyun derken.”

 

 

 

“Yazılanı okumadın her halde.”

 

 

 

“Yoo okudum. Oyun falan yok.”

 

 

 

“Ne saçmalıyorsun?”

 

 

 

“Yazılan diyorum. Anlaşılan seni iyi uyutmuşlar. Bana bak zamanında baban annemle bir halt yemiş.”

 

 

 

“Bundan bana ne? “

 

 

 

“Anlamadın galiba. Senin babanla beraber bu haltı yemişler.”

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KAYIP RUHLAR LİSESİ ESARET 1

KAYIP RUHLAR LİSESİ ESARET 3

KAYIP RUHLAR LİSESİ ESARET 2