Kayıp ruhlar lisesi ESARET 12

 

 

Aldıkları son işi yerine getirmek için kaçırdıkları ünlü iş adamı Mahmut Kandır’ı özel donanımlı kamyonlarına getirmişlerdi. Kamyondan çok büyükçe bir karavanı andırıyordu. Kasa kısmı üç bölmeden oluşuyordu. İlk bölme mutfak ve oturma odası gibi döşenmişti. İkinci bölme sorgulama ve cinayetlerini işledikleri bölmeydi. Son bölme ise silahlarının ve sorgulama için kullandıkları işkence aletlerinin bulunduğu bölmeydi. Mahmut Kandır’ı aşırı kilolu olması sebebi ile ikiz kardeşler beraber taşıyarak ikinci bölmeye getirmişlerdi.

 

 

 

Kafalarındaki kar maskelerini çıkarıp bir köşeye attıktan sonra, siyah deri ceketlerini ve yine siyah deri parmakları dışarda bırakan eldivenlerini çıkararak üçüncü bölmeye geçtiler. Amaçları iş adamını öldürmeden önce onları kiralık olarak tutan, Mahmut’un ortağının verdiği dosyayı imzalatmaktı. Üçüncü bölmeden bir kaç işkencence malzemesi seçtikten sonra baygın olan Mahmut’un yanına ikinci bölmeye geçtiler. Didem Mahmut’u ayıltırken, Çiğdem de birinci bölmeye geçerek kahve makinasını çalıştırdı. Dolaptan bir şeyler çıkararak sandviç hazırlamaya başladı. Salamları doğrarken telefonu çalmaya başladı. Arayan Huruza’nın adamı Vahşi’ydi. Çiğdem telefonu açarak dinlemeye başladı.

 

-Huruza sizi istiyor.

 

-Ne zaman?

 

-Hemen.

 

 

 

-Tamam bir saate orda oluruz.

 

Çiğdem telefonu kapatıp Didem’in yanına ikinci bölmeye geçti. İş adamı Mahmut Kandır nazik bir adamdı. Tırnağı kırılsa yaygara koparak cinsten bir adamdı. Daha işkence aletlerini görür görmez ondan ne istediyseler hemencecik yerine getirdi.

 

Çiğdem “Dosyalar tamam mı? “ diye sordu. Didem kafasını olumlu manada  sallayınca, Çiğdem masadaki plastik teli alıp elinde iyice gerdirdi. Mahmut’un arkası dönük olduğu için kendisine yaklaşan Çiğdem’i fark edemiyordu. Çiğdem iyice yaklaşınca elindeki teli Mahmut’un boynuna geçirerek iyice gerdirdi. Mahmut’un çırpınışları fayda etmiyordu. Çiğdem iki üç dakika gerdirip Mahmut’un öldüğünden emin olunca teli gevşetip bıraktı.

 

“Huruza bizi bekliyormuş hem de hemen.” Diyerek Mahmut’u çözmeye başladı.

 

 

 

*******

 

 

 

Evlat özlemi içinde o kadar çok birikmişti ki heyecandan bacakları titriyordu Melek’in. İstemsizce akan göz yaşlarına hakim olamıyordu. Oğlu beş yaşına basmış ama bir kere bile kokusunu içine çekememişti.

 

Hapishane de doğum yapmıştı. Bir kez olsun görmesi için izin vermemişlerdi. Oğlunun kokusunu bile içine çekememişti .  Minik Cellad’ına kavuşmasına metreler vardı.

 

Arabadan indi. Yürümekte zorlanarak tökezleyip yere düştü. Buse koluna girip “İyi misin? “ diye sordu.

 

 Melek göz yaşlarını silip “İyiyim” diye karşılık verdi. Ama iyi değildi. Kalbi göğsüne sığmıyor adeta kaburga kemiklerini kıracak gibi dövüyordu.  Anne babasız büyümüş olmanın kaderi evladına geçti diye üzülüyordu.

 

Her saniye saatler hükmünde ağır ilerliyordu. Sanki görünmeyen bir el zamanı o kadar çok yavaşlatmıştı ki akmak bilmiyordu. Merdivenlerin başında onları karşılayan bir bayan vardı.

 

 

 

Getirildikleri yer kırmızı eldivene ait gizli kalmış birkaç yerden birisiydi. Savcı Zeynep kapıda gençleri bekliyordu. Hepsini sırayla tokalaştıktan  sonra Melek’in koluna girerek “Gel Melek. Şimdi senin için zaman geçmiyordur.” Diyerek Cellad’ın odasına doğru götürmeye başladı.

 

 

 

Diğer gençleri dinlenmeleri için odalarına doğru götürdüler.

 

Ali Dayı ve Beton Uğur hala araçta gizli yere doğru gidiyorlardı.

 

 Ali Dayı “Poyraz kardaşım, yaran nasıl? Baya kanıyor.” Diye sordu merakla.

 

Uğur elini omuzuna bastırıp bir ah çekti.

 

 

 

-        Dayı yaranın bir önemi yok. Küçük bir sıyrık. Asıl yara benim içimde kanayıp duruyor. Vallahi Cellad’ım burnumda tütüyor. Burnumun direği sızlıyor. Dayı biz yetim büyüdük. Evladımın kaderine bak. Geldi beş yaşına ne ana bildi ne baba.

 

 

 

-Poyrazım koçum, geçmişe bakıp üzüleceğine ileriye bak. Oğlunla geçireceğin güzel günlere bak. Hem anne babasız büyümüş olabilir ama dayısı vardı yanında. Ayağına bir taş değdirmedim yeğenimin.

 

-Eyvallah Dayı, o konuda gözüm arkada kalmadı. Allah senden razı olsun. Lakin, dedin ya ileriye bak. Bizim geleceğimiz geçmişimizden daha karanlık.

 

-Lan bak kızarım ha. Oğlum bizim amacımız karanlık gelecekleri aydınlığa çevirmek değil mi? Cellat yeğenim çok şanslı bir çocuk. Annesi, babası, dayılar, çocuklar için hiç düşünmeden canını verecek insanlar. Oğlum biz Cellat ve onun gibi çocukların hepsi için son umuduz. Sakın bir daha geleceğimiz karanlık deyip benim canımı sıkma.

 

 Konuşurken araba gizli mekanın kapısı önünde durmuştu. Küçük bir kontrolden sonra hemen içeri aldılar.

 

 

 

Melek minik Cellad’ın kapısının önünde bekliyordu. Beton Uğur olmadan  girmek istemiyordu. Sabırla Beton Uğur’un gelmesini bekliyordu. Uğur arabadan iner inmez “Dayı Cellat nerde?” diye sordu.

 

Ali Dayı gülümseyerek gel benimle” diyerek içeri girip üst kata doğru yöneldi.

 

Uğur son basamakları çıkarken Meleği kapının önünde bekler vaziyette gördü. Melek Uğur’u görür görmez koşarak boynuna sarıldı. Beton Uğur aldığı kurşun yarasını unutmuştu. Melek yarayı fark edince telaşlanarak “Bu kan da neyin nesi? İyi misin aşkım?” diye sordu, sesi titreyerek.

 

Beton Uğur gülümseyerek “Meleğim korkmana gerek yok. Küçük bir sıyrık sadece. Beni boş ver. Oğlumuz nerde? “ dedi heyecanla.

 

Melek gözlerini kısarak “Oğlumuz bizi ilk defa görecek. Babasını kanlar içinde mi görsün?”

 

Elini omuzuna götürüp kanı gösterdi.

 

 

 

-Haklısın Meleğim düşünemedim. Özür dilerim.

 

 

 

-Hadi gel yaranı temizleyip saralım. Sonra beraber gireriz odaya. Ben daha girmedim. Bu heyecanı senle yaşamak istiyorum.

 

 

 

Beton Uğur’un yarası temizlendikten sonra minik Cellad’ın yattığı odanın kapısının önündeydiler. İkisinin de kalbi yerinden çıkacak gibiydi. Melek bir an duraksayıp “Keşke abim de burada olsaydı. “diyerek ağlamaya başladı. Uğur Meleğe sıkıca sarılarak” Oda olacak. Ateş de en kısa sürede aramızda olacak, sen canını hiç sıkma. Şu göz yaşlarını silelim de oğlumuz annesini sulu göz bilmesin dimi? “ diyerek Meleğin göz yaşlarını silip kapıyı açtı. Ağır adımlarla ilerliyorlardı. Minik Cellad yatağında sessizce uyuyordu. Uğur ve Melek önce uzaktan seyrettiler. Melek daha fazla dayanamayarak Cellat’ın sol tarafına uzanıp saçlarını koklayarak öpmeye başladı. Beton Uğur da yatağın sağ tarafına uzanıp uyandırmamak için Cellat’ın burnuna hafif bir öpücük kondurdu. Uzun yıllar sonra aile bir araya gelmişti. Bir çocuğun en masum mutluluğuydu anne ve babası ile beraber yatmak. Minik Cellat beş yaşında bu mutluluğa habersizce yattığı yatakta kavuşmuştu. Anne şefkati, hasretinin önüne geçiyor evladını kaldırmaya kıyamıyordu. Kokusunu içine çekmekle yetiniyordu.

 

Yatakta uzanan Uğur, Melek ve Cellat için hayatlarının en güzel anının yaşatan bir manzaraydı. Yaşadıkları ömürleri boyunca hiçbir gecede, bu gecede ki huzuru bulamamışlardı. Bu huzurun verdiği mutluluk ile ağır ağır gözlerini kapatıp uykuya daldılar.

 

 

 

Güneşin doğuşu ile gözlerini açan Minik Cellad daha önce resimlerini elinden hiç düşürmediği anne ve babasını yanından uyurken görünce şaşkınlıkla gözlerini ovaladı. “An-ne canım anneciğiiim “ diyerek Meleğe sarılıp onu öpmeye başladı. 22 yıllık hayatında ilk defa böyle tatlı öpücükler ile uyandırılmaya çalışılan Melek, aksiyon dolu geçen yorgun gecenin ardından gözlerini açmakta zorlanıyordu. Yarım açtığı gözlerle onu öpen oğlunu sıkıca bağrına basarak “Dünyanvın en yakışıklı çocuğu, benim oğlum kalkmış mı? Oy yerim seni ben. Sen anne diyen o ağzını öperim. “diyerek yüzünün her yerini öpüyordu. Gelen sesler üzerine Uğur da yavaş yavaş gözlerini açıyordu. Melek ve minik Cellat’ın aşk dolu koklaşmalarını görünce Cellat ı gıdıklayarak” Babayı özlemedin mi lan? Gel buraya bakayım. “diyerek gıdıklamaya devam etti. Cellat kikirdiyerek gülüyor” Yapma baba. Seni de çok öjledim. Canım babacığım. “Diyerek gülmeler eşliğinde Uğur’a sarılıp onu da öpmeye başladı.

 

 

 

Kapıları tıklatılarak “ Kahvaltı yarım saat sonra “diye seslenildi. Evin için de yıllarca hapishanenin rahatsız yataklarından kurtulup kaz tüyü yataklarda uyanmanın mutluluğu ile dolaşan gençlerin neşesi vardı. Ayı Memo’nun lavabodan çıkmasını bekleyen

 

 Afgan Sado;

 

-        Yav Memo çakarsın artık lavabodan. Bak burada sıra beklemek var. Aha Kılıç ta geldi.

 

Ayı Memo;

 

-Lan olum bi rahat verin. Yıllar sonra böyle bir lavabo bulmuşum keyfini çıkarayım.

 

Kılıç;

 

 

 

-        Ayı bok mu yiyiyorsun? Çık artık.

 

Ayı Memo

 

-Oğlum ev de beş tuvalet var, bulun boş bi tane.

 

Afgan Sado;

 

-Hespi dolu. Ben bagtım.

 

 

 

-Tamam lan çıkıyoruz. 

 

Erkekler lavabo kavgası yaparken kızlar çoktan işlerini halletmiş kahvaltı masasında bekliyorlardı. Büyük masanın baş kısmında Savcı Zeynep oturuyordu. Buse merakla “Zeynep hanım müsaade varsa size bir şey sormak istiyorum.” Dedi. Savcı Zeynep “Tabi ki sorabilirsin. Ama biraz bekle istersen. Arkadaşların hepsi gelsin. Hem kahvaltımızı yaparız hem sorularınızı sorarsınız. “ diye karşılık verince Buse “Peki” diyerek beklemeye başladı.

 

 Gençler peşi sıra kahvaltı masasında yerlerini almaya başlamışlardı. Melek ve Uğur minik Cellad’ın elinden tutarak içeri girince herkes kalkarak Minik Cellat’ı öpmeye başladı.

 

 

 

Öpme merasiminden sonra kahvaltı servisi başladı. Savcı Zeynep “Melek sen istersen Celladı al mutfakta doyur karnını.” Diyerek Cellad’ın duymaması gereken şeyler olduğunu anlatmaya çalıştı. Melek ve Cellat çıktıktan sonra Savcı Zeynep konuşmasına devam ederek “Arkadaşlar bir yandan yerken bir yandan beni dinleyin lütfen. Benim Adım Zeynep kırmızı eldivenin kurtardığı çocuklardan biriyim. Kırmızı Eldiven namına pek bir şey kalmadı. Bunlar için erken diyeceksiniz ama emin olun erken değil. Çünkü düşmanlarımız bizi bitirmek için acele ediyorlar. Sayımız aşırı şekil de azaldı. Sizler bu işin temelini oluşturacaksınız. Bu sebeple kısa bir süre sonra sizleri iki aylık hızlandırılmış bir kampa alacağız. “ diye devam ederken Beton Uğur sözünü kesti.

 

-        Özür dilerim sözünüzü kesiyorum ama bizler için önemli olan iki kişi aramızda yok. Onlar olmadan nasıl olacak? 

 

Savcı Zeynep” Ateş ve Elfida’dan mı söz ediyorsun? Sizler kampa girince onlarda aranıza katılacak merak etme. Hepiniz benim yüzümü unutacaksınız. Benimle irtibata geçmek yok. Ali Dayı sizinle irtibat kurmadan siz onunla irtibat kurmayacaksınız. Bakın çok tehlikeli bir süreçten geçeceğiz. İstemeyen şimdi çekip gitsin. Bu yolun sonunda ölüm var. Sizler KIRMIZI ELDİVEN’nin son kalesi olacaksınız. Soru olan var mı?

 

 

 

Afgan Sado ;

 

 

 

-Kimler kaldı. Maskeli var mı? Diye sordu.

 

 

 

Savcı Zeynep” Ekip üyelerimizin gizliliği için bir birinizi tanımamanız daha iyi olur. İkinci soruna gelince evet Maskeli var. Buse sen bir şey soracaktın.”

 

 

 

Buse ;

 

 

 

-Ben Elfida’yı soracaktım. Sağlığı nasıl? Nerede? Ayrıca Ateş var. Ateş hapishanede fazla kalmamalı. Son aldığımız duyumlara göre sağlık durumu hiç iyi değildi. Sürekli işkence görüyor aç bırakılıyordu.

 

********

 

 

 

Gözlerimi  yavaş yavaş  açmaya başladığımda eski ve karanlık bir odada olduğumu fark ettim. Yaşanılan hiç bir şeyden haberim yoktu. Son hatırladığım Öfke’nin ailemin öldüğünü söylediği anlardı ama gözlerim kapalıyken Öfke’nin konuşmalarından onların yaşadığını da duymuştum.

 

Yattığım yerden doğrulmaya başladığımda bana doğru birinin geldiğini hissettim. Gözlerim bulanık görüyor, başım çatlayacak gibi ağrıyordu. Gelen kişi Öfke olamayacak kadar iriydi.

 

Elin de bir bardak su ile bana doğru  yaklaşıyordu.   Yaklaşan kişiyi tanımıyordum. Sürekli uyuyor uyanıyor ve her seferinde bir başkasının yanında gözlerimi açıyordum. Bu iş oldukça canımı sıkmaya başlamıştı.

 

Hızla ayağa kalkıp “Yaklaşma. Kimsin sen? Neredeyim ben?” diye soruları ard arda  sıraladım. Adam sakin bir şekilde eliyle sakin ol işareti yaptı. Ben daha da sinirlenerek “Konuşsana kimsin sen?” diye bağırdım. Adam tekrar aynı işareti yaparak elin de ki suyu uzattı.  Adamın  elindeki suya vurarak yakasından tutmaya çalıştım. Adam seri bir hareketle  kolumu tutup ters çevirerek otur işareti yaptı ve beni  yatağa doğru itekledi. İşaret dili ile” Ben dostum. Sakin ol. “ dedi. 

 

İki elimi omuz seviyesinde kaldırarak” Tamam sakinim. Şimdi anlatır mısın, ben ne arıyorum burada ve sen kimsin? “diye sordum.

 

 Adam yine işaret dili ile “Ben Suskun, güvendesin. Şimdi gel benimle. Diyerek odanın solunda bulunan kapıya doğru yürümeye başladı.  Ayağa kalkıp onu takip etmeye başladım. Suskun kapıyı açıp “Bak “ işareti yaptı.  Kafamı içeri doğru uzatınca yüz üstü uzatılmış, sırtı sargılar ile sarılmış, serum takılı birini gördüm.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KAYIP RUHLAR LİSESİ ESARET 1

KAYIP RUHLAR LİSESİ ESARET 3

KAYIP RUHLAR LİSESİ ESARET 2