Kayıp ruhlar lisesi ESARET 23
Babam ve
Ahtapot Suzan ben doğduktan birkaç ay sonra tanışmışlar. Belki bir yılda
olabilir.
O
zamanlar, Suzan henüz Ahtapot lakabını almamıştı. Çalıştığı örgütün gözde
elemanı Leydi Suzan’dı. Mankenleri kıskandıran dış görünüşünün mükemmelliği baş
döndürücü ve ilham kaynağıydı. Nezaketi, kibarlığı ve zarif tavrı kimliğini
saklamak için en büyük silahıydı. Leydi Suzan’ı gören hiç kimse onun
profesyonel bir tetikçi olduğunu tahmin edemezdi. Patronlarının huzurunu bozan,
sürekli işlerine çomak sokan bir mafya babasını öldürme emri almıştı. Verilen
emri layıkıyla yerine getirmiş lakin mafya babasının adamları Suzan’ın peşini bırakmamıştı. Suzan, uzun bir
çatışmanın ardından ellerinden kurtulmayı başarsa da kovalamaca bitmemişti.
Nefes
nefese kalmış, mezarlığa kadar kaçmayı başarmıştı ama peşindekiler
vazgeçmemişti.
Mafya babasının adamları sayı olarak çok
fazlaydı. Suzan’ın kaçış umudu tükenmişti. “Hey gidi güzeller güzeli Suzan
kendi ayağınla mezarlığa kadar geldin. Kendinle kaç kişi götüreceksin bakalım”
diyerek saklandığı mezar taşının arkasından ayağa kalkıp kaçmak için hamle
yaptığı sırada duyduğu silah sesinin ardından, sırtında hissettiği sıcaklık ve
derinden gelen yanma. Bir anda dengesini kaybederek eskimiş bir mezarın üzerine
yuvarlandı.
Yirmiye
yakın adam mezarlığa dağılmış Suzan’ı arıyordu. Suzan’ı sırtından vuran adam
koşar adımlarla yaklaşıyordu. Suzan düştüğü mezarın üzerinden kalkmaya
çalışıyor fakat sırtında ki merminin verdiği acıdan dolayı doğrulamıyordu.
Sonun yaklaştığına iyice inanmıştı. Sırtındaki mermi kaburgasını kırmış ve
nefes almasını zorlaştırıyordu. Ne olursa olsun insan yaşamak istiyor. Suzan da
çektiği acıya rağmen ayağa kalkmaya çabalıyordu. Mermiyi ateşleyen silahın
sahibi, Suzan’a iyice yaklaşmıştır.
“Artık
kaçacak yerin kalmadı.” Diyerek Suzan’ın önce yüzüne sonrada karnına tekme attı.
Suzan aldığı darbelerle çığlık atıp yerde yuvarlanıyordu. Karnına bir tekme
daha alınca nefesi iyice kesildi ve sırt üstü mezarın üzerine serildi. Küt diye
gelen sesin ardından tekme atan adam Suzan’ın üzerine devrildi. İki tane iri el
Suzan’ın üzerindeki adamı kaldırıp başka bir yöne fırlattı. Suzan karanlıkta
net olarak göremediği adamın iri cüssesine bakıyordu. Bu iri cüsseli adam
Mezarcı namıyla bilinen babamdı.
Suzan’ı kucaklayıp taşımaya başladığında
yanına küreğini almayı ihmal etmedi. Kısa bir süre yürüdükten sonra birilerinin yaklaştığını fark edince, Suzan’ı
yere indirip bir mezar taşına yaslayarak “Burada bekle, hemen döneceğim.” Deyip
küreğini alarak bir gölge gibi kayboldu. Ateşli silah kullanmayı sevmeyen ama
her şeyi bir silah gibi kullanabilen babam mezarlığın her yerini avucunun içi
gibi biliyordu. Bu sebeple karanlıkta avlanan avcılar gibi sessiz ve sinsi bir
şekilde mafya babasının adamlarına yaklaşıyordu. Bir kürek her ne kadar da
masum gibi dursa da Mezarcı’nın eline geçince çok tehlikeli bir silaha
dönüyordu. Kısa sürede mezarlıktaki bütün adamları tek tek avlayıp bir araya
getirdi. Sonra Suzan’ı bıraktığı yerden alıp mezarlıktaki kulübesine taşıdı.
Kulübede hızlıca Suzan’ın sırtında ki mermiyi çıkarıp ısıttığı bıçakla yarasını
dağladı. Sonrasında Suzan’ın kanayan yüzünü temizleyip pansuman yaptı. Suzan’a
yapılması gereken tedaviyi yaptıktan sonra dışarıda bekleyen ölüleri yok etmek
için gece uzun bir mesai harcaması gerekmişti. Yaklaşık iki ay boyunca Suzan’a
bakmış tedavi etmişti. Kendi elleri ile besliyor, temizliğini yapıp her türlü
bakımını sağlıyordu. Suzan’ın tam manasıyla iyileşmesi dört ayı bulmuştu. Bu
dört aylık süreçte Suzan kendisine bu denli ilgi gösterip şefkatli davranan
Mezarcı Aziz’e aşık olmuştu. Eh babam da aşık olunmayacak adam değildir. Tutku
dolu bir aşkmış. Uzun bir süre Mezarcı’nın yani babamın gerçek kimliğini bulmak
için beraber uğraşmışlardı. Babamın gerçek kimliğini bulamamışlardı lakin
babam, Suzan’ın kendisinden sakladığı gerçek işini öğrenmişti.
Aradan
uzun yıllar geçmişti. Ahtapot Suzan
babama olan sevgisini ve öfkesini her daim sıcak tutmayı başarmıştı.
Yıllar
Ahtapot Suzan’ın görünümünden çok şey alsa da öfkesini ve kinini alacağı
intikam için hala taze tutuyordu. Kırışmış göz altlarındaki morlukları yaptığı
ağır makyajın altına saklasa da gözlerindeki intikam ateşi ilk gününün aleviyle
harlanmış ve üzeri toprakla örtülüp için için yakılmasıyla kömüre dönüşen odun
misali pembe allıkların altındaki yüzü kararmıştı.
Babam, Ahtapot Suzan’ın hayatının merkezine
bomba koymuştu ve o bomba bir gün patlamıştı. Ahtapot Suzan büyük bir örgüt
liderinin yardımcısıydı. Güçlü, dövüş sporlarında uzman, bileği bükülemeyen
usta bir silah uzmanıydı. Aşırı zeki olmasına rağmen babamın oyununa gelmiş,
yardımcılığını ve korumalarını yaptığı örgüt lideri dahil tüm üst düzey
yöneticilerin ölümüne sebep olmuştu.
Babam, Ahtapot dahil tüm örgüt üyelerinin
öldüğünü düşünmüştü fakat yanılmıştı. Ahtapot Suzan hariç hepsi ölmüştü.
Ahtapot Suzan çöken örgütü Amerikalıların sayesinde tekrar toparlamıştı.
Toparlamakla yetinmeyip örümcek ağı misali tüm ülkeyi sarmıştı. Bu örgüt
İnternet üzerinden gençleri tuzaklarına düşürerek her türlü uyuşturucu ve siber
suçlarda kullanıyorlardı. Gençler internette iddia kuponu adı altında kolay
para kazanma derdine kapılmış saf insanları kandırarak tuzaklarına düşürüyor ve
ellerindeki son paraya kadar alıyorlardı. Anne ve babalarından koparılan bu
15-20 yaş arası gençler kolay para kazanmanın tadına vardıkça kendilerini
kaptırıyor ve her türlüğü batağa giriyorlardı. Binlerce anne baba evlatlarının
çaresizce gözlerinin önünde eriyip gitmesini seyrediyor hiç bir şey
yapamıyorlardı. Ahtapot Suzan bu dev örgütün tek lideri olmuştu.
Babamı
gördüğünde hissettiği iki duygu vardı. Biri aşk diğeri ihanetin acısıyla
beslediği intikam öfkesi. Bakışlarında hayatını kurtaran adama duyduğu minnetle
hayatını mahfeden adama duyduğu öfke vardı. Ekrandan seyrettiği adam ondan
yıllarını çalmış yerine haberi olmadan bir evlat bırakmıştı. Babam Suzan’ın hamile
olduğunu bilseydi eminim o bombayı oraya koymazdı.
Babam
geçirdiği kriz sonrası tüm adamları öldürmüştü. Hırsını alamamış hala duvarı
yumrukluyor Konner’a küfürler savuruyordu. Yorulunca dizleri üzerine çöktü.
Annemin bağırışlarını duymuyordu. Kulağında çınlama sesi bedeninde büyük bir
yorgunluk vardı. Kendine gelmeye başladığında kulağındaki çınlama yavaş yavaş
kaybolup sesi yavaş yavaş artmaya başlamıştı. Kafasını yavaşça anneme çevirdi.
“Çöz beni” dediğini duydu.
Yavaşça ayağa kalkıp anneme doğru yürümeye
başladıştı. Vücuduna isabet eden plastik mermilerin acısını derinden hissetmeye
başlamıştı. Bu acılar hoşuna gidiyor ve gülümsemesine sebep oluyordu. Yerdeki
cesedin üzerinden aldığı anahtarla bağlı
olduğu bağlarını çözdü.
“Az daha ölüyordun ve sen manyakça
gülüyorsun.” Dedi.
Gülmeye devam ederek “Konner’ı öldürmeden
bana ölüm yok.” Dedi.
Annemi çözdükten sonra kapıya yöneldi. Annem yerdeki
ölü korumaların üzerindeki silahları alırken “buradan sağ çıkarsak seni ben
öldüreceğim “ dedi.
Babam kafasını hafif araladığı kapıdan
uzattığında koridorun sessiz ve bomboş olduğunu gördü. Şaşkın bir şekilde
“Kimse yok” dedi.
Annem şaşırarak dışarı baktı. Oda kimseyi
göremeyince “Bu işte bir bokluk var. “ diyerek koridora çıktı.
Yan
hücrede Alya ve Berko vardı. Babam kapılarını zorlamak istediğinde kapı
kendiliğinden açıldı. Babam hiç vakit kaybetmeden koşar adımlarla Berko ve
Alya’yı çözmek için hücreye girince, annem kapıda bekleyerek gelen gideni
kontrol etmek istedi.
Berko “Komutan hayırdır?” diye sordu. Aziz
“Bilmiyorum. Kimseler yok ortalıkta. Bu saatten sonrada kimlerin olduğunun
önemi yok. Dördümüzün karşısına çıkacakların sayısının tek önemi atılacak
kırmızı Eldiven ihtiyacımızı belirler.” Diyerek kahkaha attı.
Berko “Haklısın reis daha atacak kırmızı
Eldivenimiz varmış.” Alya, Berko’ya sarılıp “Artık emekli olma zamanı geldi.
Yok size kırmızı Eldiven falan. Buradan bi kurtulalım direk tatile gideceğiz.
Ama önce kurtulalım. “ deyince annem “ Hadi çeneleri değil elleri çalıştıralım.
Hep beraber hücreden çıkıp koridor boyunca ilerlemeye başladılar. Ne bir ses ne
de görünürde hiç kimse yoktu.
Ejder gazıma gelip iplerimi çözüyordu. Kendimi daha önce hiç hissetmediğim kadar
güçlü hissediyordum. Bir an önce bağlı
olduğum iplerden kurtulmak istiyordum. Sanırım hala o uğursuz dumanların etkisindeydim.
Ejder
ipleri çözünce “Yürü bakalım” diyerek beni itekledi. “Yürüyeceğim merak etme “diyerek arkama doğru
dönerken Ejder’in yüzüne gelecek şekilde sert ve hızlı bir tekme attım. Hiç
beklemediği bir anda gelen tekme ile sendeleyen Ejder dönerek yere düştü. Yere düşen Ejder’e yaklaşıp şah damarına
yumruk atarak “ Dua et zamanım yok “ dedim ve hızla kapıya doğru koşmaya
başladım.
Amacım Ateş ve ekibime kurulan tuzaktan onları
haberdar etmekti.
Beton Uğur
ve Kılıç sinsice hareket ederek, Yıldız avcılarına iyice yaklaşmışlardı.
Güzelce gizlendikten sonra Kirli’nin bulunduğu yöne doğru nişan alan Beton Uğur
ateş etti. Beton Uğur’un ateş etmesiyle yıldız timi de operasyona başlamıştı.
Kirli kendisine ateş edilen yöne doğru silahını çevirip hedef belirlemeye
çalıştıktan sonra ilk bulduğu hedefe ateş edip yıldız avcılarından birini
vurdu. Kendilerine ateş açılan yıldız avcıları karşılık vermeye başlayınca
Ateş, Afgan Sado ve Halit keskin nişancı Kirli’nin hedefinden kurtularak
rahatça kapılara doğru yöneldiler.
Silah
sesinin gelmesiyle, Ömer Aziz, Çiğdem’in kolundan tutup içeri çekerek kapıyı
kapattı.
“Gizlenecek
bir yer bulun işimiz bitince çıkarsınız” dedi.
Didem gülerek “Enişteden saymadığım kişilik,
fare miyiz ki saklanalım? Elleme gelsinler, kime bulaştıklarını anlayacaklar.”
Diyerek ellerini beline atıp iki tane Smith Wesson tabancasını çıkardı.
Çiğdem de tabancalarını çıkarıp “Aşkım sen
kahveleri hazırla. Kendini yorma biz hallederiz.” Diyerek Ömer Aziz’i
dudağından öptü. Ömer Aziz kızları benim bulunduğum odaya doğru götürürken,
Halit sol kapıya yaklaşmıştı. Halit sesli bir şekil de “Kahramanımız usulca
kapıya yaklaşıp etrafını kontrol ettikten sonra kapı kolunu hafifçe aşağı doğru
indirirken tuzak olma ihtimaline karşın kapı kolunu bırakıp cebinden çıkardığı
ipi kapı koluna bağladı. Kapının yanına geçip kapı koluna bağladığı ipi çekerek
kapıyı açtı. Kapı açılır açılmaz kapı koluna içerden bağlanmış mekanizma ile
tetiklenen silah seri bir şekilde ateş etmeye başladı. “ Halit senaryosunu
yazarken aynı anda yaşıyordu. Kapının karşısına bağlanan silahın mermileri
bitene kadar bekledikten sonra” Mermiler bitmişti. Kahramanımız içeri girer
girmez takla atarak gizleneceği bir yer aradı. Girdiği masanın arkasından
etrafı kontrol ettiğinden kameranın kendisine doğru döndüğünü fark ettiğinde
kameraya bir el ateş ederek paramparça etti. O sırada en yakın arkadaşı
Karabasan onu ziyaret ederek operasyonun ortasında kendini tehlikeye atıyordu.
Kahramanımız dostu karabasanın kolundan çekerek “Gel buraya vurulacaksın.”
Deyip dostunu uyardı. “
Halit’in
bu şizofren hallerini sevmiyorum desem yalan olur. Tamam yazarlığı iyi değil
ama kötü de sayılmaz.
Halit
senaryosunu yazıp içeri sızarken Ateş’im ve Afgan Sado da ön kapıya ateş ederek
içeri girdiler. İçerde bir kaç adım attıklarında Afgan Sado önlerinde duran
misineyi gösterip Ateş’i uyardı. İpin üzerinden geçerek sağa sola ayrıldılar.
Çaki gizlendiği yerden Afgan Sado’ ya ateş
etmeye başladı. Ateş sol taraftan ilerleyerek beni bulmaya çalışıyordu.
Ömer Aziz
Çiğdem ve Didem’i benim tutsak olduğum yere götürüp güvende olmalarını
sağlamaya çalışıyordu. Kapıyı açtığında Ejder’i yerden kalkmaya çalıştığını
gördü. Tabi ben yoktum. Hemen Ejder’in kolundan tutup kalkmasına yardımcı oldu.
Ömer Aziz
“Kardeş kusura bakma, kızın ne kadar tehlikeli olduğunu söylemeyi unutmuşum.”
Dedi gülerek.
Ejder sinirli bir şekilde yumrukların sıkarak
“Bi bulayım o kızı, tehlikenin ne olduğunu bizzat yaşatarak anlatacağım.” Dedi
Ömer Aziz gülmemek için kendini zor tutuyordu.
“Kardeş,
bence seni öldürmediği için şükretmeliyiz.” Deyince, Çiğdem kıskanarak “Kim ya
bu geri zekâlı. Senin de epey ilgini çekmiş benziyor. Gözümden kaçmadı değil
hani.”
Ömer Aziz ciddiyetini takınarak “Çene yapmayı
bırakın dışarıda avlamamız gereken tavşanlar var. Hadi hadi” diyerek dışarı
doğru koştu.
Ateş
tedbirli şekilde her yere bakıyor bir
türlü aradığı aşkını yani beni bulamıyordu. O beni bulamıyordu ama ben
onu bulmuştum.
Fabrikadaki
büyük lastiklerin yanında sessizce ilerliyordu. Birden bire arkasından bir el
Ateş’in ağzını kapatıp kendine çekti. Ateş dirseğiyle arkasında ki yabancıya
vuracağı sırada kulağına “Sakin, sönmeyen Ateş’ im.” Diyerek boynundan bir
öpücük aldım.
Ateş
sesimi duyunca mutluluktan hızla dönüp sıkıca sarıldı. Didem bizi sarılırken görmüştü. Hızla
silahını çekip sırtı dönük olan Ateş’e nişan aldı. Henüz silahının tetiğine
dokunmamıştı. Ben Ateş’e doğrulmuş silahı fark ettim.
TABANCANIN TETİĞİNE NARİNCE BİR DOKUNUŞ,
ARDINDAN ÇIKAN GÜRÜLTÜLÜ BİR SES...
Yorumlar
Yorum Gönder