Kayıp ruhlar lisesi ESARET 14
Suskun” Eğer kendini hazır hissediyorsan çıkalım.
Yarın, ekip seni karşısında görmeli.” Deyince
şaşkınlığımı gizlemeden “ Hemen mi? Hani polisler vardı?” diye sordum.
Aslında bu
soruyu sormamın altında başka bir neden vardı. Ateş’ten bu kadar çabuk kopmak
istemiyordum. Belki onu bir daha hiç görmemem ihtimalim vardı. Bir vedaya hazır
olduğumu hiç sanmıyorum.
Ondan ayrılmak canımı yakıyor. Canımın yanmasını
yüzümde oluşturduğu ekşimeyi Suskun da hissediyordu.
Suskun kendinden emin bir ses tonuyla “Sen orasını
merak etme. Ben her şeyi ayarladım.”
Dediğinde üzgün bir şekil de
“Ateş ne olacak?” diye sordum.
Suskun “Sen onu dert etme. Tedavisine devam etmek için
birileri buraya gelecek. Lakin onlar gelmeden bizim çıkmamız gerekiyor.”
Diyerek hazırlık yapmaya başladı.
Gözlerimi Ateş’in bulunduğu odadan ayıramadan “Bana beş dakika verir
misin?” deyince Suskun “Ben seni arabada bekliyorum.” Diye karşılık verdi.
Ağır adımlarla
Ateş’ in bulunduğu odaya doğru yürümeye başladım. “Sadece beş dakika. Belki de
bir daha hiç göremeyeceğim. Sana doğru giden ayaklarım, senden gitmek için
yaklaşıyor.” Diye kendi kendime konuşarak kapıyı açtım. Ateş’e doğru yaklaştım,
sağ elini avucumun içine alıp elini
dudaklarıma götürerek öptükten sonra “Buzdan kalbi olan bu kızı ateşin ile
eritip kor haline getirdin. Senden uzak kaldığım her saniye, bu kor sinemi
yaktı. Özlemin tarifi imkansız bir acıyla yüreğimi yakıyordu. Hayaller kurdum, sensizken seninle
doldurduğum hayaller. Özgür
bedenlerimizin hapis tutulduğu o hücrelerde seni düşünerek güç aldım. Seninle
yaşayacağım güzel günlerin hayalini kurdum. Beraber masum çocukları
kurtaracaktık. Çocuklara, yaşlılara ve
hayvanlara zulmeden canileri beraber dövdüğümüz anların hayalini kurdum. Bana
hediye olarak çiçekler, ayıcıklar değil de kırmızı eldivenler getirdiğini hayal
ettim. Bir an önce ayağa kalk. Yardımını
bekleyen onlarca çocuk var. Ayağa kalk sensiz yarım değilim sensiz hiçim. Sen benim ruhumun ve bedenimin işgalcisisin.
Ben ise o bedenin bir gölgesiyim. Sen yokken sadece bir gölgeyim. Kalk ve beni
bedenime kavuştur. Bak eğer korkaklık
yapıp da çekip gidecek olursan öbür
tarafa, seni hiç affetmem. Ben gidiyorum. Affet... Seni bu durumda bırakıp
gittiğim için affet. “diyerek yavaşça uzaklaşırken Ateş’in parmakları avuçlarım arasından akarak yatağa düşüyordu. Bedenim o odayı terk ederken aklım, ruhum
hatta tüm benliğimi bırakıp gidiyordum.
********
Öfke, Huruza’nın mekanına girerken endişeli oluşu
sebebiyle titreyen ellerine engel olamıyordu. Aklında benim gizemli kayboluşum vardı. “Elfida kendi kendine o
arabadan çıkıp gitmesi imkansız. Biri veya birileri ona yardım etmiş olmalı. “
diye düşünüyordu.
Huruza’nın bu
olaydan haberi var mı yok mu bilemiyordu. “Acaba Elfida’nın ölmediğini
öğrendiği için mi beni çağırdı? “ diye düşünerek içeri girdi. Alnından terler
akıyor stresten sağ eli titriyordu.
Toplantı odasına doğru giderken ellerini uzun saçlarının arsında gezdirerek sakin
görünmeye çalışıp korumanın kapıyı açmasını bekledi. Koruma kapıyı açtığın da içeri ağır adımlarla
girmeye başladı. Masanın sağında ve solunda
iki kız oturuyordu. Kızlara baktığında biraz şaşırsa da gözlerini direk Huruza’ya
çevirdi.
Huruza sinirli bir şekilde “ Geç otur.” Dedikten sonra
Öfke’nin oturmasını bekledi.
Didem ve Çiğdem göz ucuyla Öfke’ye baktıktan sonra
önlerinde ki dosyaları incelemeye devam ettiler.
Huruza Öfke’ye bakarak
“ Bu gece çok kötü haberler aldım. Güzel bir habere ihtiyacım var. Ateş
itini öldürdün mü?” diye sordu.
Öfke Huruza’nın
hiç bir şeyden haberi olmadığını anlayınca rahatlayarak derin bir nefes çekti. “Ayıpsın ağa, bir şarjör mermiyi boşaltım
üzerine. Sonrada attım çukura. Hayırdır senin niye moralin bozuk? Kim sıktı
canını? “ diye sordu.
-Hapistekilerin hepsi kaçmış. Ona canım sıkıldı.
-Dert ettiğin şeye bak. Daha iyi ya. Hapiste
öldüremiyorduk. Dışarda işlerini daha
kolay hallederiz.
-İşte bende ölüm meleklerini bu sebeple çağırdım. Evet
kızlar, bu listedekileri yok edin. Size istediğiniz kadar para.
Didem “Bunlar hep çoluk çocuk. Kolay iş. Böyle kolay bir iş için bizi
çağırmanıza şaşırdım doğrusu.” Deyince,
Öfke “Öncelikle Selam kendimi tanıtmadım kusura bakmayın. Benim adım
Öfke. Bence onları fazla küçümsemeyin. Sonuçta hepsi kırmızı eldiven üyesi.” Dedi.
Çiğdem gülerek “ Öfke bey bunlar senin gözünü baya
korkutmuş olmalı. Seni bilmem ama şimdiye kadar biz aldığımız hiç bir işi
batırmadık. Bunlar iş mi? Biz ne işler
bitirdik kimsenin ruhu bile duymadı.” Deyince Didem” Aynen öyle, kardeşim
haklı. Bu üç beş tane ağzı süt kokan delikanlı için bizi çağırdığınıza göre ya
sizin adamlar çok beceriksiz ya da bu gençlerin arkasında sağlam birileri var.”
Diyerek kardeşini destekledi.
Huruza söze
girerek” Kızlar siz yine de Öfke’nin sözünü yabana atmayın. Sinek ufakta olsa
mide bulandırır. Hem Öfke, elebaşlarını yok etti. Elfida ve Ateş’i
gebertmeseydi işiniz zor diyebilirdim. Bir sorun çıkmadan halledin şu işi.”
Didem;
-Gerekli istihbarat sağlandığı anda işleri
bitecektir. Siz yeter ki gerekli
istihbaratı sağlayın.
Huruza ;
-Öfke istihbarat işi sende. Ali Dayı’yı takibe al.
Mutlaka temas kuracaktır.
-Aga sen orasını merak etme. O iş bende.
********
Hapisten kaçan
arkadaşlarım, sabah güneş doğmadan arabalara bindirilerek eğitimlerinin
yapılacağı mekana doğru götürülüyorlardı. Melek, Tuğçe ve Merve bu ekibe
alınmamıştı. Melek minik Cellad’tan
dolayı Tuğçe ve Merve de psikolojik olarak yeterli olmadıkları için geri
hizmette bırakılmışlardı.
Götürüldükleri depo gözlerden uzak, pek kimsenin uğramadığı eski bir
tomruk fabrikasıydı. Bu fabrika orman için de çok geniş bir araziye sahipti. Üç bin metrekare genişliğe sahip bir
deposu vardı. Depo elden geçirilerek
eğitim yapılmaya müsait bir hale getirilmişti.
Spor malzemeleri ve atış poligonu da eklenerek gençleri bekliyordu. Tomruk fabrikasının dışında kalan kısmında ki
beş kilometrelik alana gizli kameralar yerleştirilmiş, güvenlik tedbirleri üst
düzeyde alınmıştı. Termal kameralar, harekete duyarlı sensörler, avcı kılığında
korumalar, bubi tuzakları ve daha birçok önlem alınmıştı.
Ekip
arkadaşlarım fabrikaya girdiklerinde kamuflajlı korumalar tarafından depoya
yönlendirildiler. Depoya giren gençler etraflarını inceliyorlardı.
Beton Uğur, kum
torbasının yanına geçip yumruk atmaya başlayınca Afgan Sado ve Ayı Memo da
yanına gittiler. Halit her zaman olduğu
gibi yeni bir mekana girdiğin de ilk yaptığı şeyi yapmaya başladı. Kağıt kalemi çıkarak
gördüklerini bütün ayrıntıları ile
yazmaya başladı. Duvarlarda ki
çatlaklara kadar her şeyi not ediyor bazen de ayrıntılı şemalarını
resmediyordu. Baştan sona depoyu adımlayarak genişliğini ölçerken, yanın da
yürüyen hayali arkadaşının ona seslenmesiyle duraksadı. “Hayır acele etmeye
gerek yok” diye karşılık verdi. Arkadaşı “Ama acele et artık.
Sabırsızlanıyorum.” Deyince Halit sinirlenerek “Yine başlama. Daha zamanı var .
Biliyorsun , beni sıkıştırdığında hata yapıyorum.” Dedi kızarak.
Arkadaşı
Karabasan “ Sen hata yapmazsın. İyi düşün geç kalma.” Diyerek sakin bir ses tonuyla uyardı.
Halit biraz
daha sakinleşerek “Sen merak etme, zamanı geldiğinde devam edeceğim.” Derken
yanına Buse ve Kılıç geldi.
Kılıç “Yarım saattir kendi kendine ne konuşuyorsun?” diye sorunca Buse gülerek
“Yine hayali arkadaşı Karabasan’la
konuşuyordur.” Dedi kıkırdamaya devam ederek.
Buse’nin sinir
bozucu gülmesi karşısında Halit “Evet arkadaşımla konuşuyorum ama o hayali
değil. Sizin onu görmemeniz onu hayali yapmaz. O çoğu insandan daha gerçek. Ben
onu görüyorum, duyuyorum ve de seviyorum. Ayrıca bana ne dedi biliyor
musun? Sen çok beceriksizsin. Hayal’den
sonra Buse’yi öldürecektin. Beceremedin deyip dalga geçiyor. İstersen fazla
üzerime gelme, yoksa senin içinde bir senaryo yazmak zorunda kalırım.” Dedi
ürkütücü bir şekilde bakarak.
Buse bir an
Hayal’in camdan aşağı asılı bir şekilde öldüğü günü hatırladı. Sinsice gülen
yüzü bir anda somurtmaya başladı. “Pis canı, sen onu da yaparsın. Senden
beklenir. Dedi ve kaşlarını çatıp sert sert bakmaya başladı.
Kılıç araya
girerek “Buse korkmana gerek yok. Hayal bir hain olduğu için Halit onu
öldürdü. Adamım, sende kızı korkutma.”
Diyerek Buse’yi sakinleştirmeye çalıştı.
Halit sert
bakışlarını yumuşatarak “Kılıç kardeş madem kız arkadaşının korkmasın
istemiyorsun, söyle bana bulaşmasın ” Halit’in kız arkadaşı demesi ikisini de
domates gibi kızarmıştı. Aynı anda öfkeyle tepki verdiler.
-Kız arkadaş mı?
-Ne kız arkadaşı geri zekâlı?
Halit kahkaha atarak dalga geçerken bir anda düdük çalmaya başladı. Kamuflajlı
korumalar gençlerin sıraya girmesini istiyorlardı.
Biz tomruk
fabrikasına giriş yaparken Suskun ” Eğitim komutanlığınızı ben yapacağım. Hiç
kimsenin beni tanımaması gerekiyor. Bu sebeple maske takacağım. Ayrıca senin
dışında kimseyle sesli olarak konuşmayacağım. İşaret dili kullanacağım.
Bilmeyenlere sen anlatırsın. Diyerek maskesini yüzüne geçirdi.
Ben “Tamam “
diyerek onaylandıktan sonra deponun önünde duran arabadan indik. Depo içinde ki
bütün gençler yan yana dizilerek esas duruşa geçmişlerdi. “Suskun sen bekle
çağırınca gelirsin” diyerek depoya girdi.
Ağır adımlarla
bizimkilere doğru yürümeye başladı. Gençler şaşkınlardı. Gelen kişinin yüzünde
maske vardı. Suskun gençlerin önünden
geçerken sırayla duruyor tektek gözlerinin içine bakıp, sonra yürümeye devam ediyordu. Ayı Memo’nun yanına varınca
durdu. Göbeğine hafiften birkaç yumruk attı. Sonra eliyle bir takım işaretler
yaptı. Arkasındaki kamuflajlı adam “Emir verildikten sonra tüm sahayı yirmi tur
koşacaksın. Hem de her gün.” Diyerek Suskun ’un işaretlerini tercüme etti.
Sonra Kılıç’ın önünde durdu. Kaslarına baktı ve
beğenen bir yüz ifadesiyle kafasını sallayıp sırayla hepsini inceledi.
Dört adım
ilerleyip karşılarına geçerek “Rahata
geçin” işareti yapınca sağında duran koruma “Rahat” diye komut verdi. Suskun işaret diliyle “Ben sizin eğitim
komutanınızım. Sizler yeni Yıldız Timi
olacaksınız. Tim komutanınızı birazdan çağıracağım. Benden sonra onun sözü
geçecek. Onun sözünü emrini yerine getirmeyen Kırmızı Eldivene ihanet etmiş
olur.” Diye anlatırken yanında ki koruma sesli olarak bir nevi tercümesini
yapıyordu.
Arkadaşlarım, eğitim komutanının konuşamıyor olmasına
şaşırsalar da şaşkınlıklarını pek belli etmemeye çalıştılar.
Suskun işaret vererek benim çağırılmamı emretti.
Kamuflajlı eleman yanıma gelip çağırıldığımı söyleyince bir an heyecanlanamaya
başladım. Uzun süre sonra ilk defa Kurt Timi özgürce karşımda olacaktı.
Büyük kapıdan
içeriye ağır adımlarla girdiğimi gören eski Kurt Timi yani yeni Yıldız Timi’nin gözleri ışıl ışıl
parlamaya başlamıştı. Benim onları
özlediğim kadar onlarda beni özlemişti. Bunu gözlerinden görebiliyordum.
Arkadaşlarımın
yanına vardığımda, Suskun komutana selam verip müsaade alarak hepsiyle
hasret giderdim. On-on beş dakika kadar bir birimizle sohbet ettik. Benim
gelişimle arkadaşlarımın morallerinin bir kat daha arttığını hissedebiliyordum.
Arkadaşlarım arasında Meleği göremedi ve diğer kızları görmemiştim. Sadece Buse
vardı.
“Ee Melek yok mu?
Nerede benim ekürüm?”
Sorduğum soruya, direk
Uğur cevap verdi.
“O geri planda kaldı. Minik Cellad’tan ayırmak
istemedik.”
Uğur, minik
Cellad deyince, içimde bir sevinç belirdi. Şapşalca gülümseyerek “ Minik Cellad mı? Lan, ben onu temelli
unutmuşum. O nasıl? Bir göreyim her yerini ısıracağım.” Dediğim sırada Suskun
gırtlaktan öksürük gibi bir hırıltı
çıkararak susmamızı istedi.
“Sonra konuşuruz.
Şimdi komutanı dinleyelim.” Diyerek Suskun’un
sol yanına geçip beklemeye başladım.
Suskun “ Şimdi,
burada neler yapacağınızı anlatacağım. Öncelikle kondisyonunuzu ve sağlığınızı
kontrol edeceğiz. Daha sonra paslanıp paslanmadığınızı kontrol etmek bir dizi
testten geçeceksiniz. Test sonuçlarına göre eğitim programı çıkaracağız. Bu
programa göre eğitimlere başlayacağız. Bu eğitimler devam ederken, aktif
görevler vereceğim. Elimizde kurtarılmayı bekleyen yüzlerce çocuk dosyası var. Aktif görevlere ikili gruplar halinde katılacaksınız. Tecrübe sahibi olacaksınız. Sizden istediğim
bu kısa eğitim kampını hızlıca bitirmeniz. Bakın vaktimiz yok. Bir an önce
Kırmızı Eldiven’i tekrar canlandırmamız gerekiyor. Hepinizden insan üstü bir çaba sarf etmenizi
istiyorum. Şimdi, ısınmak ve teste girmek için depo için de on tur
koşacaksınız. Sonrasında ben sırayla sizleri tek tek test odasına alacağım. O
sırada diğerleriniz poligonda yirmi beş metre atışı yapacaksınız. Koşmaya
başlayın.” Demesiyle koşmaya başladık.
Koşu esnasında ben, Beton Uğur ile aynı tempoda
koşuyordum. Uğur “Ateş hakkın da bilgin var mı? Onu ne zaman hapisten
çıkaracağız?” diye sordu. Belli ki Ateş’in başına gelenlerden haberi yoktu.
Ateş ismini
duyunca içim cız etti. Ayağım tökezledi ve neredeyse düşecektim. “Ateş...”
Dedim yutkundum, “O hapiste değil.” Diyebildim sadece.
Uğur bunu
duyunca çok sevindi. Tabi olayın iç yüzünü bilmiyordu.
-Hapisten kaçırdınız mı?
-Hayır. Başkası kaçırdı.
-Başkası kim? Ne demek istiyorsun? Ateş iyi mi?
-Uğur sakin ol.
Her şeyi anlatacağım. Şu an yeri ve zamanı değil.
-Tamam ama durumu nasıl? İyi mi? En azından bu
kadarını söyleye.
-Bilmiyorum...!
Evet gerçekten de bilmiyordum. Belki de biz onun
yanından ayrıldıktan sonra son nefesini vermiştir. Ben, sevdiğimi ölüm
döşeğinde bırakıp geldim diyemedim.
********
Aynur
komutan, savcı Zeynep’ten gelen telefonu açmak için, ekipten biraz uzaklaştıktan
sonra aramayı açtı.
Savcı Zeynep’in sesinden, keyfinin yerinde olduğu
anlaşılıyordu.
-
Aynur, Yıldız Timi Elfida’nın önderliğinde
eğitime başladı. Tek eksiğimiz var, o da Ateş. Ateş ölümle boğuşuyor. Onun
dışında hepsinin sağlık durumu iyi.
Ateş’in durumunu duyan Aynur’un keyfi kaçmıştı.
-Ne oldu Ateş’e? Ateş öyle bir durumda iken Elfida
aklını nasıl eğitime verecek?
Şu Huruza’nın ayakçısı Öfke denen o çocuk vurmuş.
Suskun komutan, Elfida’yı kurtarmak için Ateş’i kurtaramadı. Şu an ekip
arkadaşlarımız ilgileniyor. Sen ne aşamadasın. Var mı iyi haber?
-Var diyebiliriz. Zeynep, büyük bir ip ucu bulduk.
Yüzde doksan sakladıkları yeri tespit ettik. Ama yeterli gücümüz yok.
-Destek lazım diyorsun.
-Evet, aksi halde büyük kayıplar verir ve büyük
komutanların hayatını riske atabiliriz.
-Maskeli ile görüşmem gerekecek. Destek zor ama
Maskeli belki bir yolunu bulur.
-Zeynep, bu ekiple de operasyon yaparım ama
kurtarmamız çok zor.
-Tamam benden haber bekle. Gerekirse ben de elime
silahımı alır size yardıma gelirim. Yeter ki Aziz komutan ve ekibi kurtulsun.
-İşte adanmış bir ruh. Bizde neler yaparız bi gözden
geçirelim.
Diyerek
telefonu kapatıp Çelik’in yanına gitti Aynur.
Yorumlar
Yorum Gönder