Kayıp ruhlar lisesi ESARET 18
Cırcır böcekleri gecenin sessizliğine savaş açmış gibi
ötüyorlardı. Geleceğimizin geçmişimizden pek de aydınlık olmadığı bir gecede,
vazifemiz adadığımız ruhlarımız öfke yüklüydü. Biz mazlumların intikamcısıyız.
Hayat, geçmişte izler bırakmışsa silinmeyen, geride
bırakılanlar peşinizi bırakmaz elbet bir dün yüzleşmek zorunda kalırsınız.
Buse’yle beraber pusu kurmuş bekliyorduk. Maskelinin
ayarladığı bir gardiyan, çocuk tecavüzcüsünü zehirleyerek hastaneye
kaldırılmasını sağlamak için bize yardımcı oldu.
Ambulans ceza
evinden, şerefsiz sapığı alıp hastaneye götürüldüğü güzergahta pusuda atmış bekliyorduk.
Buse arabada bekliyordu. O ambulansa refakat eden ceza
evi aracının ambulans ile bağlantısını koparacak bende motorumla ambulansın
önünü kesip şerefsizi alacaktım.
Gece karanlığının sessizliği, içimdeki öfke
çığlıklarına şahit oluyordu. Ambulansı beklerken anne ve babam aklıma gelmişti.
Onları çok özlediğimi hatırladım.
Doğduğumdan
beri babamla doğru dürüst görüşemedim. Babasız büyüdüm, tam 17 sene... Annem, işlerinden dolayı benimle doğru dürüst
ilgilenemedi. Aslında babam kaybolduktan sonra annem hayattan kopmuştu.
Babamdan ona kalan tek hediye ben olmama rağmen, bana baktığında babamı
hatırlattığım için bana bakmamayı tercih ediyordu. Ben doğduktan üç ay sonra
Maskeli lider olmayı kabul etti. Babamın özlemi ve acısıyla duygusuz bir lider
olmuştu. Bir yandan çocukları kurtarırken öte yandan kendi öz kızını kaybediyordu.
17 yıl sonra babamı bulduğumda, aile olmaya çok
yaklaşmıştık. Babam geldikten sonra annem bir kızı olduğunu hatırladı. Belki
aradan çok uzun zaman geçmişti ama ben de ilk defa anne kelimesinin gerçek
anlamını hissetmeye başlamıştım. Tam ile olmayı öğreniyorduk ki yine dağıldık.
Ne zaman normal bir aile olacağız hiç bilmiyordum. “Acaba onları bir daha
görebilecek miyim?” diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Yine de yaşadıklarını bilmek bile benim için
teselli sebebiydi. “Biraz daha sabredin, sizi kurtaracağım.”
Ben uzaklara
dalmış anne ve babamı düşünürken,
Buse’nin uyarısıyla kendime geldim.
Buse
“Geliyorlar” diyerek kontağı çevirip arabayı çalıştırdı. Ben de kaskımı kafama
geçirip motorumu çalıştırdım. Gaza basarak biraz ilerledikten sonra beklemeye
başladım. Kısa bir süre bekledikten sonra ambulans yanımdan hızla geçti. Buse
görevini yapmış olmalı ki ambulansın arkasında ki cezaevi aracı yoktu. Hemen gaza basıp takip etmeye
başladım. Ambulansın arka kapısına iyice yaklaşıp içindekilerin zarar görmemesi
için üst cama ateş ettim. Cam kırdıktan
sonra içeriye gaz bombası attım. Ben ateş ettikten sonra ambulans şoförü
ambulansı daha da hızlandırdı. Arka lastiklerine ateş edince ambulans sağa sola
yalpaladı. Şoför kontrolü sağlamaya
çalışıyordu ama o hızda giderken lastiğiniz patladığında direksiyon
hakimiyetini sağlamanız pek mümkün değildir. Yine de ambulans şoförü çok
becerikliydi. Ayağını gazdan çekerek ambulansın devrilmesi e engel oldu.
Ambulans hızı azalarak yoldan çıkıp, yol kenarında ki
ağaçlara çarparak durdu. Motorunu ambulansın ön tarafına çekip durdum. Şoför ve yanındaki acil tıp teknisyeni hafif
yaralar almış yarı baygın bir şekil de kendilerinden geçmişlerdi. Onlarım zarar
görmemiş olmasına sevinmiştim. Onları bırakıp ambulansın arka kapısına koştum.
Kapıyı açtığımda üç kişi vardı. Bir jandarma, bir acil tıp teknisyeni bir de
sedyede aldığı oksijen bile israf sayılacak adi şerefsiz sapık vardı.
Tipinde bile
meymenet yoktu. Üçü de içeri attığım gazdan dolayı bayılmışlardı. Hızla
şerefsizi çekiştirerek ambulanstan çıkardım. Merkeplere konan semer misali
motorun önüne bindirdi. Ayakları motorun sağında kolları ise solunda
sallanıyordu. Motora bindikten sonra hızla ilerleyerek dar bir tali yola girdim. Tali yolda biraz ilerledikten
sonra durup 112 yi arayarak ambulansın kaza geçirdiği olay yerini ihbar ettim.
Ambulans içindekiler masum insanlardı. Şerefsiz döl israfı için yeterince insan
zarar görmüştü daha fazlasına gerek yoktu.
Telefonu
kapatıp Buse ile buluşacağımız mekana gitmek için hareket edeceğim sırada tali
yolun tamamını kaplayan geniş bir kamyonetin bana doğru geldiğini gördüm.
Sağından veya solundan geçmem mümkün olmadığı için iyice kenara yaklaşıp
geçmesini bekledim.
Beklemem
boşunaydı çünkü beş metre kadar yaklaştığında uzun farları kapatmadan kamyoneti
durdu. Öylece bekliyordu.
Farlar gözümü
kamaştırdığı için kamyonetteki kişiyi göremiyordum ama içindekinin beni ve
motorun üzerindeki şerefsizi gördüğü kesindi.
Motordan inip elimle bana biraz yol açması için işaret
ettim. Hödük yolu ortalamış bir de selektör yakıyordu.
Kaskımı çıkarıp motorun üzerine koyduktan sonra
“Çekilsene kardeşim.” Diye bağırdım. Kamyonetin motorunu çalıştırmaya hiç
niyeti yok gibiydi
Farları kısaya almak yerine selektör yapıp duruyor.
Acelem olduğu için sabırlı davranamadım. Belimden
tabancamı çekip doğrultarak “ Ölmek istemiyorsan kenara çekil” diye bağırdım.
Kamyonetin içindeki kişi, farları açık bırakacak
şekilde kamyonetin kapısını açtı ve inmeye başladı. Ben sadece siyah bir karartı
görüyordum. Bana doğru yürüdüğünü anladığımda “Dur orada” diye bağırdım.
Ellerini havaya kaldırarak bana doğru yürürken “ Ateş etme. Henüz çok gencim, ölmeye niyetim
yok.” Dedi rahat bir ses tonuyla.
Tedirgin edici davranışları yetmez gibi manyakça
cesaretiyle kendisine doğrultmuş silahın üzerine doğru korkmadan ilerlemesi
beni rahatsız ettiği için ses tonumu biraz daha artırıp “Bir adım daha atma”
diyerek arabasının farlarına ateş ettim. Farlar patlayınca çeneme yediğim
yumrukla hata yaptığımı anladım. Işıklar söndüğü için ortam kararmıştı,
karanlıktan faydalanan yabancı hiç beklemediğim anda çeneme sert bir yumruk
vurdu. Ardından karnıma ve göğsüme birer yumruk daha yiyince bir anlık hatamın
sonucu, mide ağrıları içinde kendimi yerde buldum.
Biraz önce silah doğrulttuğum yabancı, şimdi benim
silahımı kafama dayayarak aptalca gülüyordu. “ Sandığım kadar zeki
değilmişsin.” Diyerek silahın kabzasını enseme sertçe vurdu. Enseme aldığım
sert darbe sonucu gözlerim karardı ve kendimden geçtim.
Vücudumun her
yeri ağrıyordu. Gözlerimi açtığımda hâlâ karanlıktı. Nefes almakta
zorlanıyordum. Çeneme ve enseme aldığım darbelerin acısı bana saçma bir keyif
veriyordu. Ortamın karanlık olmasının ve nefes allamamın sebebi, başıma
geçirilen bir şeyden dolayı olmalı. Sandalyeye benzer bir şeyin üzerinde
oturuyordum. Ellerimi ve ayaklarımı hareket ettirmek istediğimde bağlandığımı
anlamam zor olmadı. Nerede olduğum ve ne kadar süredir burada bu şekilde bağlı
olduğum hakkında hiçbir fikrim yok. Tek hatırladığım kamyonetli bir yabancıdan
yediğim yumruklar ve enseme aldığım sert darbe. Onca işin içinde bir de bu
olayın başıma gelmesi, benim belaları bir mıknatıs misali üzerime çektiğimi
göstergesi gibiydi. Tamam, biliyorum aptalca bir hata yaptım ama ben de bir
insanım ve tecrübe edinmemi sağlayan en önemli faktör hatalarımdan ders
almamdı.
Kulağıma az da olsa bazı sesler geliyor ve bu sesler
bir insanın acı içinde inlemesine benzese de
net olarak anlaşılmıyordu.
“Kimse yok mu? Neredeyim ben? “ diye bağırarak sesimi
birilerine ulaştırmaya çalıştım. Bir yandan da bağlı olduğum iplerden
kurtulmanın yolunu arıyordum ki bir kapının açıldığını gıcırtı sesinden
anladım.
“Kimsin sen? Çöz beni.” Diye bağırdım.
İşitme organının görme organı yerine geçmesi gereken
zamanlar olur. İşte o zamana kulaklarımla görüyordum. Gelen ayak seslerinden
birinin bana yaklaştığını hissedebiliyordum. Gelen kişiden korktuğum
söylenemezdi. Korkudan çok bir merak dürtüsü içimi kaplamıştı. Bir anda başımın
üzerine bir el kondu.
“Vay... Demek
uyandın.” Diyerek kafama geçirdiği nesneyi hızla çıkardı. Nesne aniden çıkarılınca karanlıkta irileşen
göz bebeklerimin acizliğine uğradığım için ışıkla beraber gözlerim kamaştı.
Gözlerimi ışığa alıştırdıktan sonra kafamı kaldırıp beni kaçıran ve bu iplerden
kurtulduğumdan mahvedeceğim talihsiz kişiliğe baktım.
1.90 boylarında, geniş bir çene yapısına sahip, çatık
kaşlı, gözlerinin çukurunda derin bir gizem barındıracak bir ürkütücülüğe
sahip, hafif uzun saçlı, dolgun elmacık kemikleri ile şişkin bir yüzü, geniş
omuzları yapılı bir vücudu olan toy bir delikanlı vardı. Can çatlasın yirmi
yaşında ya gelir ya da gelmezdi. Aklıma bir an saçma bir düşünce geldi.
Karşımda ki kişiyi babamın gençliğine benzettim. Babamın gençlik halini hiç
görmedim ama nedense öyle hissettim. Biraz önce dedim ya saçma bir düşünce çok
sonra anladım ki çok da saçma değilmiş.
Kararlı ve kendimden emin bir şekilde gözlerinin içine
baktım. Birazda küçümseyerek “Yavru ölmek için çok gençsin. Yazık değil mi
sana? “ dedim.
Sağ eliyle çenemi sıkıca tutup sıkmaya başlayarak “Ben
izin verdiğim zaman konuşacaksın. Aksi taktirde ölmek için yalvarman
gerekecek.” Diyerek çenemi biraz daha sıkıp bıraktı.
“Lan prezervatif artığı yavşak. Biraz erkekliğin varsa
çöz ellerimi de öyle konuşalım. Elleri kolları bağlı bir kıza erkeklik
taslayarak kimseyi korkutamazsın.” Dediğim sırada yüzüme sert bir tokat atıp
bağlı olduğum sandalyeyi sürüklemeye başladı.
Bulunduğum dört
duvarı beton olan odadan beni sandalyemle çıkarıp daha geniş bir alana getirdi.
Karanlıkta
anladığım kadarı ile boş bir fabrika sahasına benziyordu. Bir parça bez alıp
ağzımı bağladı. Fabrikanın elektrik trafosundan
bulunduğumuz kısmın ışıklarını açtı. Işıklar açılmaya başladığında
fabrikanın pek boş olmadığı hemen göze çarptı.
Benim
zorluklarla kaçırdığım çocuk tacizcisi, elleri ayakları bağlı çıplak bir şekilde uzun ahşap bir masanın üzerine
yatırılmıştı. Masanın sol tarafında on beş metre kadar uzağında kırmızı siyah
tonlarında, tek kapılı, spor lüks bir
otomobil vardı. Masanın hemen sağ tarafında başka bir masa daha vardı. Üzerinde
gördüğüm kadarıyla delici ve kesici aletler vardı.
Gözlerimin
içine bakıp yine çenemi sıkarak “
Seyret. İşim bittikten sonra soracağım sorulara cevap vermezsen ona
yaptıklarımın daha beterini sana yapacağım” diyerek kesici ve delici
malzemelerin olduğu masaya doğru ilerlemeye başladı.
Diğer masada
boylu boyunca uzanan elleri ve kolları bağlı sapık korku dolu gözlerle “yapma”
der gibi bakıyor. Masanın üzerinden kerpeteni alan yabancı sapığa yaklaşınca
ağzındaki bandajı söktü. “Çektiğin acıları duymazsam keyif alamam” diyerek
psikopatça gülüp ayak kısmına doğru ağır adımlarla yürümeye başladı. Kerpeteni
yavaşça ayak parmakları üzerinde gezdirirken, sapık bir yandan ayaklarını
oynatıp kaçırmaya çalışırken diğer yandan “Yalvarırım yapma. Pişmanım. Ne olur
yapma.” Diye ağlayarak af ve bağışlanma dileniyordu.
Yabancı genç, sapığın sol ayağını sıkıca kavradı. Kerpetenin makaslı ağzına serçe
sapığın tırnağını sıkıştırdı.
“Lan adi
şerefsiz. Sen o masum çocuğun bağırmasına bile izin vermedin. Çektiği acılardan
bir nebze kurtulması için çığlık atmasına bile müsaade etmedin. Köpek soyu.”
Diyerek hızla tırnağını kökünden söktü. Sapık acı içinde bağırırken yabancı
sırayla sapığın ayak parmaklarındaki bütün tırnakları söküyordu. Sapık bağırdıkça yabancı sadistçe keyif
alıyor daha da zevkle işini yapıyordu.
Ne yalan söyleyeyim, ben de en az yabancı kadar sapığın acı dolu çığlıklarından zevk
alıyordum. Üzüldüğüm tek konu o sapığa yapılacak daha orijinal işkence
fikirleri vardı bende. Anlamadığım ise benim kaçırdığım ve bana verilen görevi
bu genç neden keyifle yapıyordu. Yoksa o da mı kayıp ruhlar lisesinin bir
öğrencisiydi. Kırmızı Eldiven’in tanımadığımız bir üyesi miydi?
Yabancı
sapığın ayak parmaklarından sonra el parmaklarının da bütün tırnaklarını
kökünden söktükten sonra kerpeteni masaya bırakıp jet taşını (Demir kesme
makinası) eline aldı. Genelde demir kesmek için kullanılan bu makineyi
çalıştırmaya başladığında acı içinde kıvranan sapığın korkusu bir kat dağa
arttığı gözlerinden okunuyordu. Jet taşını sapığın cinsel organına yavaşça yaklaştırmaya
başladı. Makine sapığın organına değmeye başladığı anda her tarafa kan
sıçramaya başladı. Kısa bir sürede sapığın
organı yüzlerce parçaya ayrılarak sağa sola sıçradı. Jet taşını iyice
bastırarak kasıklarından göbek deliğine sonra göğsüne doğru ağır ağır hareket
ederek kesiyordu. Sapık gözümün önümde ikiye ayrılırken içimde zerre acıma
duygusu yoktu. Aksine çabuk ve acısız bir şekilde öldüğü için üzülüyordum.
Evet, bana göre acısız bir ölümdü. Çünkü kat be kat fazlasını hak ediyordu.
Yabancı sapığı boydan ikiye bölerken sıçrayan
kanlardan dolayı tüm vücudu kan kırmızına boyanmıştı. Sapık tamamen ikiye bölününce Jet taşını hiç
durdurmadan bana doğru yürümeye başladı. Makineyi bacak arama yaklaştırıp boş
da ki eliyle ağzımdaki bandajı söktü. Kulağıma eğilip “ MEZARCI NEREDE?” diye
sordu.
Yorumlar
Yorum Gönder