Kayıp Ruhlar Lisesi ESARET 6

 ESARET 6

Karanlık  odanın soğuk duvarlarına, kanlı ellerimi sürerek nerede olduğumu anlamaya çalışıyordum.  Teoman’ın ölümünden sonra neler olduğunu hatırlamıyordum. Sinir krizi geçirmeye başladığımdan sayısını hatırlamadığım kadar çok gardiyan tarafından dayak yemiştim. Neredeyim? Ellerim neden hala kanlı? Buraya nasıl geldim? O kadar dayak yememe rağmen neden hiçbir yerim ağrımıyor?  Neden nefes almakta zorlanıyor, hiçbir şey görmüyor ve duymuyordum. Bulunduğum ortam o kadar karanlık ve sessizdi ki neredeyse damarlarımdan akan kanın sesini duyuyordum. 

  Bulunduğum ortamı anlamaya çalışıyordum, fakat başım zonkladığı için düşünmekte bile zorlanıyor mantıklı düşünemiyordum. 

 "Kimse yok mu? " diye bağırdım.  Sesimin duvarlara çarparak tekrar bana geldi.    "Neredeyim ben?   Biri bir şey söylesin? "   Kendi sesimden başka bir ses yoktu.  Sanki ayın karanlık bölgesine sürgün edilmiştim.

Sessiz ve karanlık odanın, soğuk taş duvarlarında ellerimi gezdirerek kapıyı bulmayı umut ediyordum.    Elim soğuk ve nemli taş duvarlardan kayıp sıcak bir tene deyince duraksadım. Korktum. Korkuyu iliklerime kadar hissettim.

Sessiz odada zorlukla duyulabilecek bir inilti ve acıyla  alınan nefes sesleri gelmeye başladı.

 

İki elimle dokunup anlamaya çalıştım. Ellerinden asılı şekilde bağlanmış biri vardı.  İyice yaklaşarak ellerimle  kontrol etmeye devam ettim.   Ellerimi, bağlı kişinin yüzünde gezdirdim. Ağzının bağlı olduğunu anladım. Kim olduğunu bilmediğim kişinin  ağzındaki bağı   çözdüm.    "Kimsin sen? Neden seni bağladılar?” diye sordum.  

 

  " Kızııııım. " Kelimesini duyunca, dizlerim titremeye başladı. Nerede olursa olsun  babamın  sesini tanırdım.  " Babaaam"  diyerek boynuna sarıldım.   Babamın  sesi yorgundu, titrek ve acı dolu çıkıyordu.  Seri hareketlerle  babamın  ellerini çözdüğümde  olduğu yere yığılıp kaldı.  "Babam, özlemine doyamadığım. İyi misin?” Diye sordum göz yaşlarımı tutamayarak.

 Babam  konuşamıyor cevap vermeye gücü yetmiyor, sadece inliyordu.  Sesini duyabilmek için iyice kulağımı ağzına  yaklaştırdım. Babam " seni seviyorum pamuğum. "diyerek sustu.  Bu susma normal susmalar gibi değildi.  Sıkıca sarılarak" Seni çok özledim baba.  Daha senle hasret gideremeden ayrıldık.  Ama artık ayrılık yok. Seni bir daha bırakmam. Sen de beni bırakma tamam mı babacığım. Hiç ayrılmayalım olur mu? " dedim ağlayarak.  Mutluluk göz yaşlarına engel olamıyordum.

 

  Babamdan  hiç ses çıkmadığını fark edince endişelendim. " Baba sana diyorum. Bir daha ayrılık yok tamam mı? Baba... Ba-ba.. Ba-ba-baaa cevap versene baba. " Cevap yoktu. Az da olsa duyulan inilti de kesilmişti. Soğuk duvarlar gibi katılaşmaya başlamıştı bedenim . Kalbime daha önce hiç hissetmediğim bir sızı girdi. İçimi kaplayan korku, kalp atışlarıma yansıyordu. Sanki bedenimi ateşe atmışlardı. Tüm hücrelerimde  bu yangını hissediyorum.

 

Babamın  kollarımda can verdiğini anlayınca, kalbimin yangınıyla "Hayıııır "diye bir çığlık attım ama sesim çıkmadı." Babaaaa sen ölemezsin. Hayıııır. Bana bunu yapma. Baba hadi aç gözlerini. Ba-ba hadi, bak  ben babasızlığı tattım. Hiç iyi bir duygu değil. Sana nasıl bir his olduğunu anlatamam. Kalk hadi kaaaaaalk.. Babaaaaaaaa.... Baba, hala bana bisiklet sürmeyi öğretmedin. Baba babaa bana bunu yapma. Ba-baaa"

 

Ter içinde yattığım yataktan fırladığımda hala baba diye bağırıyordum. Ömrümde gördüğüm en korkunç rüyaydı.   Gördüğüm rüyanın etkisinden çıkmam kolay olmadı. Rüyanın üzerinden on dakika geçmesine rağmen, hala doğrulduğum yatakta hiç kımıldamadan duvara sabit bir şekilde bakarak ağlıyordum. Rüya mı görüyordum yoksa babamın öldüğü mü rüyaydı? Ya babam öldü için bayılmışsam ve şimdi rüya görüyorsam. Dehşet verici bir parodaksa kapılmıştım. Normal şartlarda Tosbağa da olmam gerekirdi. Bulunduğum oda çok farklı bir yer olduğu için kafam allak bullak olmuştu.

 

  Odaya giren beyaz önlüklü bir hemşire ve yanında iri yarı iki tane hasta bakıcı  bana  yaklaştıla. Kabus devam mı ediyor, anlamak mümkün görünmüyordu.

 Hemşire "tutun" dedikten sonra iğneyi enjekte etmek için  yaklaştığı sırada ayağımı tutan hasta bakıcısı ellerinden ayağımı  kurtarıp hemşirenin yüzüne sert bir tekme savurdum Amacım zarar vermek değildi.

Tekmeyi yiyen  hemşire kalçası üzerine düşerek yere yuvarlandı.   Hasta bakıcılar daha sıkı tutamaya çalışıyorlardı. Kel kafalı beyaz önlüklü, güçlü adamlardı. Hemşire sinirli bir şekilde kalkarak "Geri zekalılar bir kızı tutmak çok mu zor?" diye bağırarak hasta bakıcıları azarladı. Yavaş yavaş bir rüya da olmadığımı anlamaya başladım. Babamın ölümü rüyaydı. Evet akla yatan en mantıklı şey oydu.

Hemşire elin de ki iğneyi  yüzüne yediği tekmenin intikamını alırcasına   canımı acıtmak için koluma sapladı. İğneden kurtulmak için çırpınsam da iri kel adamlardan kurtulmak öyle kolay değildi.   Kısa bir süre sonra sakinleştiricinin etkisiyle karşı koymayı bırakmıştım.  

 

Vücudumda  gevşeme olmuş, sinir hüçrelerim alınmış gibiydi. Hissiz ve ruhsuz bakışlarla , tavana bakıyordum.

 Hemşire ve hasta bakıcılar  sakinleştiğimi görünce odayı terk ettiler.  Hemşire tam çıkacağı sırada vazgeçip bana doğru yaklaştı ve yüzüme iki tane sağlam tokat attı. Hırsını alamamıştı ama daha fazlasını da yapmaya cesareti yoktu. Benim ise ona karşılık verecek enerjim sıfıra yakındı. Gerçi attığı tokatları neredeyse hissetmedim desem yalan olmaz.

    Teoman'ı vahşice öldürdükten sonra, bir dizi kriz geçirmişim. Gardiyanlarda korktukları için bana yanaşamamışlar. Müdür akıl sağlığımın yerinde olup olmadığının anlaşılması ve gardiyanların bir nebze huzur bulması için bir süre akıl hastanesinde kalmam gerektiğini söylemiş. Hastaneye yatırıldıktan sonra doktorlarda müdürle aynı fikre varmış olacaklar ki beni akıl hastanesinden çıkarmayı pek düşünmediklerini söylediler.

 Akıl hastanesinde kaldığım  süreçte çeşitli haplar ve sakinleştirici iğneler yapılıyordu.  Aldığım hapların etkisiyle halüsinasyonlar görüyor mantıklı bir şekilde düşünemiyorum. Çoğu zaman gözümün önünde uçuşan mavi balonlara eşlik eden rengarenk kelebekler görüyor genel olarak da babamı görürdüm. Nedendir bilmem annemi pek görmedim.

 

Sakinleştirici iğnenin etkisi hemen geçmiyor geçse de bazı etkileri devam ediyordu. Mesela vücudumda  oluşturduğu gevşeklikle zorlanarak ayağa kalkıyor, ruh gibi dolaşıyordum. Duygusal tepkiler çok az oluyordu. Genel olarak melankolik bir ruh halinde oluyor en ufak şeyde ağlıyordum. Tam bir sulu göz olmuştum.

Mat bir yüz ifadesiyle terliklerimi giyip kapıya yönelip ilk defa dışarı çıktım.  Uzun parlak, beyaz bir koridor. Hastaların daha huzurlu olması için klasik müzik dinletiliyordu.  Saçlarım yüzümü kapatmış, Halka filminde ki kuyudan çıkan kız gibi duruyordum. Ayaklarımı sürüyerek koridorda akıl hastalarının yanından geçiyordum.

İnsan sağlıklı düşünemeyince daha fazla mutlu oluyor. Kafasına hiçbir şey takmıyor. Ne dert var ne gam. Hoyratça kahkahalar, çocuksu masum oyunlar oynayarak geçirilen sıkıntısız bir ömür. Aslında akıl hastanesinde ki hastalara akılsızlık bir ödül olmalı çünkü kimse durduk yere aklını yitirmez. Aklını yitirecek kadar büyük dertlere sahip insanlar aklını yitirerek bir anda onların sırtına kambur olan dert küfesinden kurtuluyorlar. O sebeple iyileşmeyi de pek istemezler.

Ölüler dirileri, diriler de delileri kıskanmalı.

  Hastanede, öyle filmlerdeki gibi kafalarına huni takıp gezmiyorlardı. Gayet temiz ve bakımlı güzel elbiseler giyiniyorlardı. Koridorun sağında ve solunda yere doğru çömelmiş iki hasta vardı.  Dermansız bacaklarımı kaldırma zahmetine girmeden ayaklarımı sürüyerek geçerken içlerinden biri "Durrr" diye bağırdı.   Ağır hareketlerle   kafamı ona doğru çevirdim. Yüzüme şapşalca bir gülümseme konmuştu.

-        Ne oldu?"

 

Kaplumbağa hızında konuşuyor hissine kapıldım.

- Kocaman ipi görmüyor musun? Az kalsın takılıp düşüyordun.

Olmayan ipi gerçekten görüyor gibi ciddi bir ifade takınmıştı.

 

Önüme  baktığımda her hangi bir ip yoktu.

-Hani nerde ip, diye sordum.

 

Öbür hasta güldü.

-Bu kız hem salak hem kör.  Kocaman ipi görmüyor. Birazdan buradan fareler geçecek. Bizde bu ipi gerdirdik ki takılıp düşsünler.

 Masum bir oyun oynuyorlar. İnanır gibi yapıp, hayali  ipe takılmamak için ayağımı iyice kaldırıp üzerinden geçtim. Biraz daha ilerlediğimde yaşlı bir kadın saçları örgülü  sürekli parmaklarını çıtlatarak önüme geçti.

  -Kızım burada deniz varmış. Hangi odada biliyor musun?

Diye sordu.

 

  Şaşkın bir şekilde baktığımı fark eden  yaşlı kadın "Deniz suyu bacaklarıma iyi geliyor. Ben her gün yarım saat giriyorum. Ama her seferinde hangi odada olduğunu unutuyorum. Sen nerde olduğunu biliyor musun?" diye sorusunu yineledi.

 

Kafamı kaldırıp sağa sola baktım. Sol tarafımda lavabo vardı. "İşte orada. Dikkat et, bak fazla açılma boğulursun. " dedim zoraki bir gülümsemeyle .

Kadın minnettar bir şekilde teşekkür edip" Sen de gelsene, su çok güzel sıcacık oluyor. Gerçi çiş gibi kokuyor ama bacaklarıma iyi geliyor. Hadi hadi sende gel "diyerek kolumdan çekiştirdi.

Yabancıların bana dokunmasından nefret ederim.  Kadının kolundan tutup" Sakın bana dokunma, ben bahçeye çıkacağım. Sen  git denize gir ben sonra belki gelirim." diyerek hızla uzaklaştım.   Yanımızdan genç bir çocuk kollarını iki yana açmış yukarı aşağı hafif eğimler yaparak geçti.” Kule iniş için izin istiyorum. Yakıtın bitmek üzere.”  Diye de anons yapmayı ihmal etmedi.

Koridorun sonunda ki kapı bahçeye açılıyordu.  Kapıdan çıkıp temiz oksijenin ciğerlerime dolmasına izin verdim. Hastanenin çok güzel bir bahçesi vardı. Her yerde envai çeşit çiçekler ve yaşlı, uzun ağaçlar arasında oturmak için banklar vardı. Ağaçların arasında ki banka doğru giderken etrafımda ki akıl hastalarına bakıyordum. Burnuma değişik çiçeklerin bir araya toplanmış kokusu geliyordu. Huzur...

" Elfida layık olduğun yere geldin. Senin gibi delinin olması gereken yer tam olarak burası"  dediğim sırada bir hasta bana bakarak" Deliiiii.. deliiii.. Kendi kendi kendine konuşuyor. " deyip alkış tutu.

 

" Ben kendi kendime konuşmuyorum ki! Bak yanımda Azrail var. Onunla konuşuyorum " deyince hasta bir anda korkarak;

 

" Ne!? Azrail mi? Anneciğiiim... Tutmayın beni " diyerek ayakları kalçasına çarpa çarpa kaçtı.

 

Banka oturup gök yüzünde ki kuşları seyretmeye başladım. Onlar gibi özgür olmak istiyorum.  Kanatlanıp uzaklara uçmak,  bulutları yastık yapıp uzun bir uyku çekmek istiyordum.  Huzuru bulacağım yere, babamın yanına uçarak gidip onun göğsüne yaslanmak isteği içime dolmuştu. Babamı bulana kadar hiç durmadan kanat çırpmak istiyorum.  

 

Kanatlanıp uçma hayaline kendimi öylesine kaptırmıştım ki, yanıma gelip oturan kişinin farkına varmamıştım.

 

*******

 

      Üzeri tel kafesle örülü bahçede duvarların üzerindeki jandarmaların gözetimi altında  Ateş, Afgan Sado,  Ayı Memo,  ve Halit bir köşede toplanmış konuşuyorlardı.  

 

Afgan Sado "Ateş...." diye bağırdı.

 

"Ne var? Ne bağırıyorsun? " diye karşılık verdi Ateş.

 Afgan  Sado başka bir şey söylemek istiyor gibi başını sağa sola salladı. "Yok sen değil, ateş diyorum ben.  Yani ateşi yakalım."   deyince her kes şaşkın bir şekilde Sado'ya baktı. 

Ateş duyduğu garip kelimeler karşısında sinirlendi. "Oldu, beni yak anasını satayım. Hadi diyelim beni yaktın, nasıl kaçacaksınız? Beni yakmakla kaçmanın ne alakası var? " dedi sinirli bir şekilde . 

 

Sado kafasını yine  sallayarak "Siz beni anlamıyor. Ateş sen değil, kibritten çıkan ateş. Biz ateş yakar, sonrada kargaşada kaçar. Nasıl plan?" diye sordu çözümü bulmanın neşesi yüzüne yansımış şapşal gülüşüyle.

 

   Halit ciddi ciddi bakarak "Saçmalama hadi biz yangından kurtulduk diyelim ya kızlar kurtulamazsa. Ya başka bir mahkum yanarak ölürse.  Bu büyük sorumluluk.  Ateş sen ne yaptın. Bir gedik bulabildin mi?"

 

Ateş ;

"Yok kardeş bulamadım. Hapishanede 163 kamera saydım. Eminim daha fazlası vardır.  Ayrıca içerde ve dışarda gardiyanlardan hariç en az elli jandarma var. Hepsinin  eli tetikte sağlam adamlar. Dışarıdan yardım almadan kaçmamız mümkün gözükmüyor. "

 

Ayı Memo;

 

    "Ulan ömrümüz burada mı geçecek? Ali Dayı da bizi sattı. Burada kurtlu çorba içmekten bıktım. Ben  kebap özledim. Tereyağlı İskender özledim, kuzu özledim."

 

  Halit ; 

 

  "O zaman yapacak tek şey kaldı.   B planını devreye koyuyorum."

 

"B planı mı?"

 

"Evet B planı.  Halit'in kaçış senaryosu. Henüz eksikleri var. Onları tamamlamam için yardıma ihtiyacım var."  Dediği sırada Beton Uğur ve Kılıç seri adımlarla dörtlünün yanına geldiler. Beton  Uğur heyecanla"Beyler çaktırmayın ama süper bir haberim var." dedi.

Hepsi heyecanla Uğur'un ağzından çıkacak sözleri bekliyordu. Beton Uğur daha fazla dayanamayarak "Kurtulduk lan kurtulduk. Ali Dayı'dan haber var. Mektup da göndermiş." diyerek avucunda ki mektubu gösterdi.   Ateş mektubu alarak gardiyanların görmeyeceği ve duymayacağı şekil de okumaya başladı.  Her kes susmuş Ateş' i dinliyordu.

 

    Mektupta " Kardeşlerim yakın zamanda sizleri kurtaracağım. Birlik olup güzel bir plan yapalım.. Size bu mektubu getiren gardiyana güvenenin.  Tez vakitte   sizden cevap bekliyorum. Artık gelin kardeşlerim. Şu Huruza itine gününü gösterelim. " Ateş mektubu katlayarak cebine koydu.

 

  Beton Uğur;

 

" Kayınço bak burada ne var?" diyerek  bir fotoğraf uzattı. 

Ateş fotoğrafa bakınca gözleri yaşardı. " Hay koçuma bak be. Aynı dayısı. Bizim küçük Cellat büyümüş maşallah "diyerek fotoğrafı her kese sırayla gösterdi.

 

  Ayı Memo;

 

" Kardeş yavru Cellat aynı Ateş'e benziyor harbiden. "

 

Beton Uğur;

 

" Yok lan şu gözlere bak aynı ben. Oğlum benim. "

 

Ateş" Oğlum kıskanma. Oğlan dayıya, kız halaya çeker. Yeğenim dayısı gibi yakışıklı olmuş işte. Hem fena mı? İyi ki bana benzemiş. Ya sana benzeseydi. Tipsizin teki olurdu.  " diyerek kahkaha attı.

 

Beton Uğur;

 

"Yok ya sen kendi tipine bak. Mahkeme duvarı gibi suratın var.   Karakolun önünden geçsen tipten beş yıl yatarın var." dedi.

 

Halit ;

 

"Beyler goy goyu bırakın da işimize bakalım.  Size demiştim ya B planımda eksikler var diye. Şimdi eksikler tamamlandı.  Her kes sussun ve iyi dinlesin.     Bir akşam yemeği öncesi hazırlık yapılırken gizli bir el kaynatılan çorba kazanına bir  miktar zehir ilave edecek.   Söz konusu zehir öldürücü değil, rahatsız edici etkileri olan bir zehir olmalı.   Bayıltıcı, mide krampları ve kusmalara sebep olacak. Bu zehir, çorba kazanında iyice karıştırtıldıktan sonra servise hazır edilecek. Akşam yemeği için  herkes sıraya girip yemeklerini aldıktan sonra, bizlerde çorbalardan az da olsa içeceğiz.  Yarım saat kadar sonra zehir etkisini göstermeye başladığında tüm hapishane bir anda karışacak. Hapishane reviri bu kadar çok hastayı tedavi edemeyeceğini anlayıp toplu zehirlenmeden şüpheleneceği için, bizi ilçe de ki büyük hastaneye sevk edecek. Hastanede bizi bekleyen arkadaşlarımızın yardımı ile kargaşadan faydalanarak kaçmayı başaracağız. "diyerek bitirdi. Herkes bu planı çok beğenerek alkış tuttu. 

Ateş " Peki Elfida ne olacak?  Şu an akıl hastanesinde. Tekrar buraya getirecekler.  "dedi.

 

Halit " Hayır getirmeyecekler.  Elfida her ne kadar da akıl hastanesinde olsa da akıllı biri. Onun  gibi biri çoktan oradan kaçma planı yapmıştır. Ha diyelim ki plan yapamadı veya planını başaramadı. Biz ne güne duruyoruz. Onu akıl hastanesinden kaçırmak hapishaneden kaçırmaktan daha kolay değil mi?” diye sordu.

 

Ateş " Evet haklısın. O zaman ilk iş bu planı Ali Dayı ya anlatmak. Bize gerekli zehri ancak o temin eder.   Zehrin geldiği günden itibaren iki gün sonrasında planı devreye koyarız. Ali Dayı da hastane içinde ve dışında tedbiri alır. Oldu bu iş."  

 

     Hepsinin yüzleri gülmeye başlamıştı.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KAYIP RUHLAR LİSESİ ESARET 1

KAYIP RUHLAR LİSESİ ESARET 3

KAYIP RUHLAR LİSESİ ESARET 2