Kayıp ruhlar lisesi ESARET 27

 

 

Bir Hafta sonra

 

 

 

    Çaresizlik...  Elin kolun bağlı hiç bir şey yapamamak... Hani bazen uyurken üzerinizde bir baskı olur. Uyumak ile uyanıklık arası bir sarhoşlukta olursunuz. Bir şeyin sizi çepeçevre sardığını, ağzınızın bile kapandığını   sanırsınız. Bağırırsınız ama sesiniz çıkmaz. En yakınınızdaki sesinizi duymaz. Nefessiz kalırsınız. Boğulmak üzereyken çırpınırsınız ama kurtulamazsınız. Karabasan gibi...

 

 

 

   İşte böyle bir çaresizlikti  yaşadığım. Sevdiğim, özlemiyle yanıp tutuştuğu Ateş’imin ağzında solunum cihazı, kolunda serum iğnesi. Vücudunun bir çok yerinde irili ufaklı hortumlar. Küçük ekranda kalp ritmini gösteren ekran ve belli aralıklarla öten rahatsız sesi. Oda kokusu aynı hastane kokusu gibi. Hastane odası değildi ama hastane odasından farksızdı.

 

Kırmızı Eldiven örgüt  karargahının yararlılara müdahale odasıydı.  Ben de yaralı olmama rağmen Ateş’in başından bir saniye ayrılmıyordum.

 

 Ateş’ in elleri kordan alev gibiydi. Gözyaşlarını siliyor, ağlamamaya çalışıyordum. Ateş’in kapalı gözlerini öptüm ve “Uyan artık aç gözlerini.” Dedim.

 

Ateş’ te hiç tepki yok tu.

 

 

 

“Dayanamıyorum seni böyle görmeye. İçim acıyor, nefes alamıyorum. Dünya durdu, zaman akmıyor. Öncem ve sonram kayboldu. Hayatım durdu. Şu andan başka bir zaman yok. Aç gözlerini ve zaman akmaya devam etsin. Yavrusundan koparılan bir anne gibiyim. Dalından sökülen bir çiçek gibi. Yolunu kaybetmiş bir seyyah. Sen gözlerini kapattığından beri yaşamayı unuttum. Nefes aldığımda ciğerlerim acıyor. Bakıp ta seni göremediğim her yer gözüme batıyor. Lan oğlum aç gözlerini işte. İçim üşüyor. Ateş’sin sen sevdiğinin üşümesin izin verme. Bak dışarıda Melek ve minik Cellad seni bekliyor. Bizi bırakma. Sen delikanlı adamsın. Bizleri yarım bırakmazsın. Bırakmazsın dimi? “

 

 

 

 Konuşmam, daha önce belli aralıklarla gelen sesin sürekli gelmeye başlamasıyla kesildi. Bu ses kalbinin ekrana bağlı olduğu cihazdan geliyordu. Şaşkın bir şekil de ekrana baktım. Kalp ritmini gösteren ekran düz bir çizgi  halinde gözüküyordu.

 

Ayağa kalktım, “ Doktor... Doktor “ diye bağırdım. Kısa bir aradan sonra doktorlar odaya girdi ve beni dışarı çıkardılar.

 

Cama yapışıp ağlayarak bakıyordum. Beton Uğur, Minik Cellad’ı uzaklaştırırken göz yaşlarını gizlemeye çalışıyordu. Meleğin haykırışları kulakları sağır edecek cinstendi. Doktor Ateş’e elektro şok uyguluyordu. Defalarca denemesine rağmen sonuç alınmayınca ümidi  kesip  cihazı bırakarak cama bakıp başını sağa sola salladı.

 

“Kurtaramadık”

 

12 harflik bu kelime nefesimi kesmeye yetişti. Çılgına dönüp hızla odaya daldım.

 

 Ellerimi Ateş’in omuzlarına koyarak sallamaya başladım. “Hayır... Hayır.. Sen ölemezsin. Kalk... Bana numara yapma, kalk çabuk.”

 

Benim  üzgün halimi gören annem peşimden içeri girip beni sakinleştirmeye çalıştı.

 

  “Anne bu da bi numara öyle değil mi? Fatih’te yaptığınız gibi. Ateş ölmedi dimi? Ölmedi de ne olur... Yalvarıyorum sana bir oyundu de. Yeminle kızmam. Bak ben söz veriyorum isteğin gibi güçlü bir kız olacağım. Yeter ki bu bir oyun de. Desene Anneee.”

 

Annem bana sarılıp “ Keşke bir oyun olsaydı ama değil. Bizim hayatımızın kaçınılmaz sonu ölüm.” Dedi.

 

“ Deme öyle anne. Ateş öldü deme. Tamaaam. Bu da halüsinasyon. Kendime geldiğimde Ateş bana trip atacak kızacak. Ateş şimdi yaşıyor ben de  onu öldü sandığım için kalksın diye  omuzlarını sallıyorum. Oda kurtulmaya çalışıyor. “diyerek kahkaha atmaya başladım.

 

 

 

Babam doktora işaret ederek sakinleştirici iğne yapmasını istedi. Doktor kahkaha atan bana yaklaşıp koluma sakinleştirici iğneyi batırınca  refleksle” “Bana dokunma” diyerek sol tarafımda duran doktorun karnına dirseğimle sertçe vurdum.

 

Doktorun neredeyse nefesi kesiliyordu. Kısa süre sonra annemin kollarına  bayıldım.

 

 

 

   Annem beni yatağına taşırken babam da  peşimizden geliyordu. Beni yatağa uzatan annem yavaş ama öfkeli bir şekilde babama yaklaştı.

 

Bir anda babamın belinden bıçağını çekip babamın boynuna bastırarak “Yemin ederim seni öldürürüm.  Kızımız, anne babası gibi eziyet görmesin, acı çekmesin,   güçlü bir kız olsun, kimse canını yakamasın diye eğitelim yetiştirelim dedik kız eziyeti anne ve basından görüyor. Azizzz bu kızın yüzü ne zaman gülecek. Bak ben sana bir şey söyleyeyim mi? Bu kıza senin benim yaptıklarımızı biri duysa üzerimize kırmızı Eldiven atar ve emin ol ikimiz de bunu hak ettik. “ diyerek Elindeki bıçağı yere fırlatarak öfkeli bir şekil de odayı terk etti.

 

Babam duvara dayalı sırtını sürüp dizleri üzerine çökerek kafasını iki eli arasına aldı. Sinir krizi geçirmek üzereydi ve bunun farkındaydı.

 

 

 

Hızla odadan çıkıp karargahta yürümeye başladı onu görenler öfkesine maruz kalmamak için kenara çekiliyorlardı. Babamın gözünü hiçbir şey görmüyordu. Cellad, Berko ve  Suskun babamın bu halini görünce merakla peşinden gitmeye başladılar. Babam adımlarını hızlandırıp mahzene doğru yöneldi. Mahzen de altı oda vardı. Bu odalarda çocuklara taciz eden yirmi ile elli yaş arası altı cani vardı.

 

 

 

Babam mahzene girince kapıda duran sorumlular “ Kapıların hepsini açın ve gidin  altı tane kırmızı Eldiven getirin.” Diye bağırdı.

 

Öfkesinden korkan korumalar babamın dediğini ikiletmeden kapıları açtılar. Cellad, Berko ve Suskun ne olacağını merak ederek uzakta bekleyip bakmaya başladılar. Kapıların açılmasıyla esir tutulan altı adam, özgür kaldıklarını düşünerek başlarına gelecekten habersiz dışarı doğru çıkmaya başladılar. İlk çıkan adamı yakasından tutan babam “Ulan adi şerefsiz erkek misin lan sen” diyerek yüzünü yumruklama başladı. Diğer beş kişi gelen sesle beraber birazda ürkerek kapılardan kafalarını uzatıp ne olduğunu anlamaya çalıştılar. Babam adamı altına almış öldüresiye dövüyordu.

 

 

 

Diğer beş adam babamın üzerine atlayınca, Suskun müdahale etmek istedi. Cellad, Suskun’un kolundan tutup “Çok pis dayak yersin. Adamlardan değil. Aziz’den.” Deyince Suskun ileri attığı adımı geriye atarak vaz geçti.

 

 Aziz’den dayak yememişti ama Aziz’in nasıl adam dövdüğünü iyi biliyordu. Babam kontrolden çıkmıştı. Üzerine beş değil on beş kişi de atlasa onu durduramazdı. Krize girmişti, altına aldığı adamın yüzünde kırılmadık kemik kalmayınca diğerlerine saldırdı. Birinin ensesinden tutup hızla duvara çarptı. Defalarca kez kafasını duvara çarptığı adam ölmesine rağmen, babam adamın kafasını duvara vurmaya devam ediyor aynı zamanda küfürler savuruyordu. Diğer adamlar boş durmuyordu tekmeler, yumruklar atıyorlardı. 

 

Babaö krize girince hiç acı hissetmiyor aksine daha da keyif alarak hırslanıyordu.

 

 

 

Babamın bağırışlarını duyan annem hızla sesin geldiği yöne doğru koşmaya başladı. Mahzene indiğinde gördükleri karşısında şaşkındı. Mahzen  tavandan tabana, duvardan kapılara komple kan içindeydi. Beş adam tanınamayacak dereceye gelmiş kanlar içinde yerde sere serpe uzanıyorlardı.

 

 

 

Altıncı adamın durumu daha kötüydü. Kafası mahzenin  oda kapılarının birisinin arasında duruyordu. Babam tüm gücüyle kapıyı adamın kafasını çarpıyordu sürekli. “Hepimizi öldüreceğim. Siz şerefsizler yüzünden anne ve babalar bir ömür acı çekiyor. Sizin  gibi enbesil sperm artıkları yüzünden insanlar çocuklarını dışarı çıkaramıyor. Korkuyorlar lan insanlar.” Diye bağıra bağıra kapıyı adamın kafasına çarpmamaya devam ediyordu.

 

 

 

Yaklaşık yirmi dakika geçmişti. Babamın tüm enerjisi tükenmişti. Annem ne zaman müdahale edeceğini iyi biliyordu. Zamanı geldiğini düşünerek babamın yanına koştu.

 

 Babam  yorgunluktan ayakta duracak hali kalmamıştı. Tam yere düşeceği sırada annem  yetişti. Babamı yavaşça oturttu. Kendisi de kanların içine oturdu. Babam bir çocuk gibi masum ve ürkek duruyordu.

 

 

 

Bir az önceki canavar kaybolmuştu. Kafasını annemin bacaklarına uzattı. Kısılan sesiyle “Ben kötü bir babayım.” Diyerek ağlamaya başladı. Annem eliyle babamın yüzünde ki kanları silerken “Özür dilerim. Ben onu demek istemedim. Sen dünyanın en iyi babasının. Elfida çok şanslı. Çünkü bu dünyada çocukları en çok seven adamın kızı.” Diyerek onu teselli etmeye çalışıyordu.

 

 “Ben kızımın mutlu olmasını istiyorum. Şu şerefsizler gibi başka bir şerefsiz kızımıza zarar vermesin istiyorum.”

 

 

 

“Merak etme. Ne bizim kızımıza ne de başka bir kıza hiç bir şerefsiz zarar veremeyecek. Senle ben kırmızı Eldiveni öyle büyüteceğiz ki şerefsizlik yapmak isteyenler kırmızı eldiveni hatırlayınca vaz geçecekler. İbreti alem için her yerde bunlar gibi şerefsizleri alenen cezalandıracağız. “ dediğinde babama baktı.

 

 Yorgunluktan uyuya kalmıştı. Berko ve Suskun yardım ederek odasına taşıdılar.

 

 

 

  Yatağında uyurken bile mutlu değildim. Kabuslar görüyor sürekli bağırıyor ve soğuk terler atıyordum. Beni seyredip bakan biri vardı. Bu sert bakışlı, yüzünde hiç bir ifadeyi barındırmayan, uzun boylu, esmer tenli, ince çeneli, iri gözlü, soğuk bakışları yakışıklılığının önüne geçen kişi “Korkuların benimle son bulacak. Bundan sonra seni üzen kişi bir daha nefes alamayacak. Yan gözle bakanın gözlerini oyarım. Sana dokunanın bedenini yakarım. Sen Elfida Arslan bundan sonra Vatan Bayraktar’ın himayesinde, göz hapsinde ve betonlaşmış kalbinde yer alacaksın. Bana sevmeyi sen öğreteceksin. Betonlaşmış yüreğimi çiçek bahçesine çevireceksin ama bu bahçedeki çiçekler sen olacaksın, sen kokacaksın. Sadece bana kokacak bana yeşeceksin.

 

 

 

 

 

 

Tamam, biraz kafanızın karıştığını biliyorum. Olaylara balıklama dalıp bir hafta sonrasından anlattım ama bana hak verin. O uğursuz Ömer Aziz’in kara dumanı etkisini baya göstermişti. Neler olduğunu tekrar gözden geçirecek olursak bu son anlattıklarımdan dört gün öncesine gitsek yeterli olur sanırım.

 

 

 

Bazen gitmek gerekir.

 

Ne kadar seversen sev yanında olmaman gerekir. Sevmenin terk etme fedakârlığına dönüştüğü an karar vermek sevmenin ölçüsünü belirler. Seçenekler karşına çıkar. Ya sevdiğinle kalacak davana ihanet edeceksin ya da sevdiğini terk edip davana devam edeceksin.

 

 

 

 Dört gün önce, babam kaşlarını çatmış Ateş’in karar vermesini bekliyordu. Ateş için benden vazgeçmek ölmekti.

 

Babam sinirli bir şekil de “Artık kararını ver. Ya kırmızı eldiven ya da Elfida seç birini.”

 

 Ateş’ in anlı terliyor strese girdiği zaman bir yerleri yumruklama isteğine engel olmaya çalışıyordu.

 

“Sizden iki dakika müsaade istesem ve duyduklarınıza tepki vermezseniz olur mu?” diye sordu Ateş.

 

 

 

Babam bu isteğe anlam veremese de kabul etti. Ateş sakince lavaboya girip kapıyı kapattı. Musluğu sonuna kadar açıp yüzüne sürekli su çarptı. Daha fazla dayanamayarak önce aynaya sonra da önüne ne geldiyse yumruk atamaya başladı. Elleri kanamaya başlamıştı. Bir müddet sonra biraz sakinleşince açık olan muslukta ellerini yıkayıp kapıyı usulca açarak “Ben kararımı verdim” dedi ve kararını açıkladı.

 

 Ateş’in verdiği karar karşısında hiç bir tepki göstermeyen babam kapıyı gösterip “Çıkabilirsin” dedi.

 

 Ateş odadan çıkınca babam kulaklığının tuşuna basıp “Vatan törende indir. Tek mermi göğsüne sık.” Dedi. Tek gözü kapalı, diğeriyle keskin nişancı silahının dürbününden tören alanını izleyen Vatan  “Tamamdır babam, sen nasıl istersen.” Diyerek dürbünü ile Ateş’i aramaya başladı.

 

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KAYIP RUHLAR LİSESİ ESARET 1

KAYIP RUHLAR LİSESİ ESARET 3

KAYIP RUHLAR LİSESİ ESARET 2