Kayıp ruhlar lisesi ESARET 13

 

İlk etapta, uzaktan baktığım kişiyi tam olarak çıkarabilmem mümkün olmadı.  İçerisi loş bir ışıkla aydınlatıldığı için yatakta gördüğüm nesneyi belli belirsiz bir insana benzettim. Nedense, hislerim yatakta uzanan kişinin çok tanıdık biri olduğunu söylüyordu. Korkuyordum...  O yatakta kuru bir dal parçası gibi cansız ve hareketsiz yatan kişinin Ateş olmasını istemiyordum. O olup olmadığını bilmemekle beraber kalbim onun olduğunu söylüyordu.

 

Bir an önce koşarak yanına gitmem gerekirken,  olduğum yerde öylece bekleyerek vücudunun morluk ve kızarıklıklar içinde ki  sırt kısmını gördüm. Uzaktan bakıldığında bile işkenceler yapılıp aç bırakıldığı için kemikleri sayılacak derecede zayıflamış olan kişinin çok tanıdık biri olduğu hissi dizlerimde titremelere sebep olduğu için hareket edemiyordum.  “Ateş mi? Lütfen Ateş olmasın.” İçimden yakararak dua ediyordum.

 

 

 

   Suskun serumun  bittiğini görünce benim  içeri girmemi beklemeyerek yeni serumu alıp eskisi ile değiştirmeye başladığında ben ağır adımlarla içeri doğru girmeye başladım. Yaralı kişiye yaklaştıkça kafamda  ihtimaller gittikçe azalıyordu.  Titrek dizlerimle  attığım bir kaç adımdan sonra kalbimin acısı ve beynimin bana oynadığı oyunlardan sonra, git gide emin olmuştum. Orda yatan kişi Ateş’ti. 

 

 

 

“ Ateeş” diye bağırarak bir çırpıda yanına vardım.  Biraz önce titreyen dizlerim, kalbime Ateş’ in sıcaklığı gelince titremekten vazgeçti. Suskun serumu değiştirirken  dizlerim üzerine çökerek kafamı yan bir şekilde yastığa uzatıp Ateş’in moraran göz çevresini narin bir şekil de okşadım.

 

“Ateş, kalbimin sızısı. Özlemim, vuslatı, ne oldu sana? Bakmaya kıyamadığım yüzüne ne oldu? Dokunmaya hasret kaldığım tenine bu alçaklığı kim yaptı? Ben senin sıcak nefesinin yüzeme çarptığı gecelerde uyumayı hayal ederken, senin soğuk bedeninle karşılaşıyorum.” 

 

 Gözlerimden yaşlar firar ederken, bedenim patlamak üzere olan bir volkan gibiydi.

 

 Öfkeli bir şekil de ayağa kalkarak “ Ateş’e bunu kim yaptı? Onu hu hale getiren sütü bozuk kim? “ diye ağzımdan  tükürükler saçarak Suskun’ a sordum.” Öfke “ dedi  işaret diliyle yazarak.

 

 

 

   “Öfke mi?” dediğimde Suskun olumlu bir şekil de başını salladı.   Şaşkın ve sinirli bir şekil de” Bu süt bebesi kimin nesi? Her yerde karşıma çıkmaya başladı. Babası belirsiz, şeref fukarası, adi karaktersiz kime çalışıyor? Önce beni babamdan emir alarak akıl hastanesinden kurtardı. Annem babam hakkın da öldü dedi. Gerçi arabada bir kendi kendine konuşurken bir şeyler söylediğini anımsıyorum ama kafam çok karıştığı için unuttum. Şimdi de sen diyorsun ki Ateş’i bu hale o getirdi. Peki sen kimsin? Ben  kime güveneceğim? “ Diye kafam karışık bir şekil de sorular sorarken , gözlerim   Ateş’in sırtında ki mermi yaralarına takıldı.

 

  Hemen hastaneye gitmemiz lazım. Eğer gitmezsek Ateş  burada ölür. Hadi çabuk bir ambulans çağır. “ 

 

Yine delirmek üzereydim. Yatağın yanında bir ileri bir geri yürüyor Öfke’ nin söylediklerini hatırlamaya çalışıyordum. Durdum Suskun’a baktım.

 

 

 

  Suskun “İmkansız” anlamında kafasını sallayınca “ Bana bak hapse girmesi ölmesinden iyidir. Yanımda olmasa bile yaşadığını bilmek bile bana yeter. Şu an polis molis düşünemeyiz. Ara çabuk veya telefonu bana ver. Sen nasıl konuşacaksın ki? Ben konuşurum. Ver telefonu.” Dedim telaştan titreyerek. Karnım ağrıyor başımda atlar tepiniyordu ama kendimi düşünecek halde değildim.

 

 

 

Suskun “Onu bu hale gelmesine sebep olan hapiste ki Alişir şerefsizi. Huruza emretti, Alişir de Öfke’ye teslim etti. Öfke de Ateş’i  vurarak tepeden aşağı attı. Ben onu almasam çoktan ölmüştü zaten.  Hapisse girerse yine öldürmeye çalışırlar. Bu yüzden biz bakacağız. “diye işaret dili ile anlattı.

 

 

 

  Biz nasıl bakarız. Bir serumla olacak iş mi?” dedim. 

 

 

 

Suskun” Sen merak etme elimden geleni yaptım. Kurşunları çıkardım. Vücudu çok zayıf düştüğü için savaşamıyor. Ama daha iyi bakılacağı bir yere nakledeceğiz. Sadece bir kaç gün buradan çıkaramayız. Şimdi içeri geçelim. Orada konuşalım. Burada gürültü yapıp rahatsız etmeyelim. “ dedi işaret dili ile anlatarak.

 

 

 

   Ateş’in yanından ayrılmak istemesem de onun sağlığı için gönülsüz bir şekil de odadan ayrıldım. Diğer odada ileri geri yürürken gözlerim sürekli Ateş’ in olduğu odanın kapısına takılıyordu. 

 

Suskun “ çay içer misin? “ diye sordu.  Hayır anlamında kafamı salladım. 

 

 “Peki sen kimsin? Niye bize yarım ediyorsun?” diye sordum.

 

 

 

  Suskun “ Neden bize yardım ediyorsun?” sorusu karşısında bir anda geçmişe kısa bir yolculuk yaptı. 

 

 

 

 

 

        *****

 

 

 

Yıllar  önceydi. Suskun henüz dokuz yaşındaydı. Anne ve babası öldüğü için teyzesi ve eniştesi ile kalıyordu. Eniştesi Suskun’u hiç sevmez evde bir fazlalık olarak görürdü. Suskun yüzünden sürekli kavga çıkarıyordu. Suskun  o küçük yaşına rağmen kavgaların sebebinin kendisi olduğunu biliyordu. Çocuk aklı ve gururu ile evden kaçmıştı. Gidecek hiç bir yeri olmadığı için bir parkın bankına sığınıp yatmaya çalışıyordu. Soğuk havanın etkisi ile minik bedeni titriyor bir türlü yatamıyordu.  Uzandığı bankın biraz uzağından ayak sesleri gelmeye başlayınca korkup uzandığı banktan doğruldu.  Sarhoş bir adam ona yaklaşıyordu.  Suskun korkudan ne yapacağını şaşırmıştı. Korkudan oturduğu banktan hareket edip de kalkamıyordu.  Sarhoş adam ona iyice yaklaşıp yanına oturmuştu.

 

 

 

Kırk – kırk beş yaşlarında, gömlek üzerine giydiği kirli kazağın üzerine de siyah ekose ceket ve onunda üzerinde kirden çamur rengi olmuş yamalı paltosu ile,  en az üç aydır kesilmemiş saç ve sakalı ile gul yabaniyi andırıyordu.   Bu görüntüsü bile Suskun’u yeterince korkuturken gazeteye sarılı içki şişesini tuttuğu eliyle Suskun’un omuzundan tutup kendine doğru çekmişti. Suskun korkudan bağıramıyordu.  Sarhoş adam içki şişesini Suskun’un ağzına doğru götürüp “İç iç. Isınırsın” diyerek Suskun’un ağzına doğru şişeyi bastırıp içirmeye çalışıyordu. Suskun ağzını kapattığı için içki dudaklarından taşarak çenesinden akıp boğazına ve elbiselerine dökülüyordu.  Sarhoş adam lan p*ç heba ettin şarabı diyerek küfredip şişeli eli ile kafasına vurdu. Suskun sesli bir şekil de ağlamaya başlayınca sarhoş elinde ki şişeyi bırakıp Suskun’un ağzını kapatarak  Suskunu kucağına aldı.  Kulağına doğru eğilerek sesini çıkarma yoksa seni öldürürüm. “ dedikten sonra Suskun’a cinsel istismarda bulunmaya başlamıştı.

 

 

 

    Gecelerin sessiz kralı  Çöpçü Aziz çöpleri kontrol ede ede evine doğru gidiyordu. Parkın yanından geçerken bir çocuğun sessiz hıçkırıkları kulağına gelmeye başlamıştı. Sesi daha net duymak için  çöp arabasını durdurmuştu. Arabayı durdurması fayda vermişti. Şimdi duyduğu sesten emindi. Kesinlikle bir çocuk ağlamasıydı. Dünyada savaş veya deprem sireni sesi neyse, Aziz için de çocukların ağlama sesi de öyleydi. Aziz için dünyanın en büyük felaketi ve afeti çocukların ağlatılmasıydı.

 

Aziz savaş sirenini duymuşçasına telaşlanarak sesin geldiği yere doğru hareketlendi.  Yirmi metre kadar yürüdükten sonra bir ağacın arkasından kafasını uzatıp baktığında  saçı başı dağınık bir adamın kucağında ki çocuğu tartakladığını gördü. Sessizce yaklaştığında çocuğu tartaklamaktan çok okşadığını fark etti.   Bir anda sinir kat sayısı tavan yapmıştı. Hızla adamın yanına varıp adama sert bir tokat atarak kucağından Suskun’u aldı.  Tokatla sendeleyen adama  bir yumruk vurup yere düşürdü. Suskun gözlerini kapatmış ağlıyordu. Aziz yerde ki sarhoş adamı acımasızca dövmeye başladı. Karnına, kafasına, sırtına, acımadan vuruyordu. Adam kafasına aldığı darbeler sonucu bayılmıştı. Aziz bir eliyle Suskunu kucağına aldı. Diğer eliyle sarhoş adamın bacağından sürüyerek çöp arabasına kadar getirmişti. Sarhoş adamı odunluğunda işkence etmek için çöp arabasına koydu.  Suskunu da arabanın bir köşesine oturtarak evine götürmüştü. Suskunu o gece evinde misafir ettikten sonra Kırmızı Eldiven’e teslim etmişti.

 

 

 

          ****

 

 

 

Bütün bunları hatırlayan Suskun,    boğazını temizlemek için yutkundu ve bir bardak su içti.

 

-        Niçin size yardım ediyorum biliyor musun? Vefa. Evet Vefa borcumu ödüyorum.” Dedi kalın sesiyle.

 

Ağzım açık ona bakıyordum. Benimle saatlerce işaret diliyle konuşan adam şimdi bülbül gibi şakıyordu.

 

-Sen nasıl bir manyaksın? Deminden beri işaret diliyle konuşuyordun. Şimdi de hiç bir şey olmamış gibi kendi sesinle konuşuyorsun. Allah’ım hiç mi  akıllı bulmaz beni.

 

Suskun gayet sakin bir şekilde bana bakıp gülümsedi. “Şimdiye kadar benim sesimi duyanların hiç biri yaşamadı.” Dedi.

 

-He yani şimdi ben duyduğuma göre ben de mi öleceğim?

 

-Saçmalama.  Sen sesimi duyacak tek insansın belki de.

 

-O nedenmiş ?

 

-Sen beni en zor anımda kurtaran adamın kızısın. Sen kral gibi kral Aziz Aslan’ın kızısın. Şunu unutma senin babanın kurtardığı yüzlerce çocuk var. Hepsi gözünü kırpmadan onun için ölür.

 

-Sen babamın kurtardığı çocuklardan mısın? 

 

-Aynen öyle. Onun sayesinde onurlu bir amaca hizmet ediyorum. 

 

-Madem o çocuklardansın söylediğim cümleyi tamamla. DÜŞMANA KARŞI GÜÇLÜ GÖRÜN-

 

 

 

-FIRSATINI YAKALADIĞINDA KIRMIZI ELDİVEN’E BÜRÜN.

 

 

 

-Tamam şimdi oldu. Peki Öfke’ nin dediği doğrumu annem babam.... Öldü mü? Ya da ölmedi mi demişti? “

 

-Bildiğim kadarı ile yaşıyorlar. Aynur komutan ve ekibi izlerini sürüyorlar.

 

-İzlerini sürüyorlar derken. Ne oldu ki? Kayıplar mı?

 

-Evet kayıplar. Huruza bir düzenbazlık yaparak mahkemeye giden bütün ekibin araçlarını havaya uçurdu. Başta bizde öldüler sandık. Ama sonrasında aldığımız istihbaratlar sonucu araçları havaya uçurmadan önce ekibi başka bir araca nakletmiş. Ekibin yerine başkalarını koymuş. Sonuç olarak annen, baban ve üst düzey yıldız Timi, Huruza’nın elindeydi. Oda Mistir Konner’a teslim etmiş. Konner’ın ekip üzerinde deneyler yapmak istediğini öğrendik. Aynur komutan bu işin peşini bırakmıyor. Yakın zamanda bulacaklarından şüphemiz yok. Ama kurtarma timi için size de ihtiyacımız var. Sen ve ekibine. 

 

-Annem ve babam yaşıyor ya ben onları her türlü kurtarırım. Ama ekibim hepsi hapishanede. En büyük gücüm ve sevdiğim burada ölüm döşeğinde.

 

-Hayır ekibinin hepsi ceza evinden kaçırıldı. Zaten Ateş’i de bu sebeple götüremiyoruz. Bütün yollar polisler tarafından kapatılmış.

 

-Hm şimdi anladım.  Ateş’ in durumu nasıl?

 

-Bak onun için elimden geleni yaptım. Bundan sonra dua edeceksin. Vücudu çok zayıf düşmüş. Ben yarın bir doktor getirmeye çalışacağım. Ama şu an bizim için Ateş’ ten önemli şeyler var.

 

-Sizin için Ateş’ten önemli şeyler olabilir. Ama benim için şu an en önemli şey Ateş.

 

-Annen, baban, kırmızı eldiven’ nin geleceği, bunlar Ateş’ten daha mı önemsiz?

 

 

 

Suskun böyle söyleyince  kendimi mengene de sıkışıyormuş gibi hissettim.  Anne babam tabi ki önemliydi. Kırmızı Eldiven’nin geleceği önem üstü önem arz ediyordu.  Ateş de kalbimin ilacıydı. O da önemliydi. Hepsi bir biriyle kıyaslanamayacak kadar değerliydiler. 

 

-Haklısın. Hepsi ayrı ayrı önemli. Duygularıma yenik düşemem. Ne yapmamız gerekiyorsa onu yapalım. Ben, Aziz ve Sıla Arslan’ın kızıyım. Hiç bir şeyi ve hiç bir insanı kırmızı Eldiven’den üstün göremem. Kırmızı Eldiven’in bekası, çocuklar için büyük önem teşkil ediyor. Şimdi annemin beni neden böyle yetiştirdiğini daha iyi anlıyorum.  Ben daha önce sevdiğimin ölümünü yaşadım. Gerekirse bir daha yaşarım. Ama kırmızı Eldiven yok olursa dünya da ki zulüm gören çocukların kurtarıcıları kalmayacak.  Zulme uğrayan çocukların yüzü gülecekse eğer, varsın Elfida bir sevdiğini daha gömsün.

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KAYIP RUHLAR LİSESİ ESARET 1

KAYIP RUHLAR LİSESİ ESARET 3

KAYIP RUHLAR LİSESİ ESARET 2