Kayıp ruhlar lisesi ESARET 29

 

 

 

Sakın sesini çıkarma” diyerek Ateş’ i kendine doğru çevirdikten sonra ağzını ve kollarını serbest bıraktı. Arkadan yaklaşan kişi Celladdı. Öfkeyle Ateş’in gözlerine bakarak “Sen ne halt ettiğini sanıyorsun. Bütün planı altüst edeceksin. Sen artık bir gölgesin. Sen ölüsün. Bir daha seni Elfida’ nın yakınlarında görmeyeceğim. Unutma sen Elfida’dan vazgeçtin. Yürü çabuk.” Dedi.

 

  Ateş ve Cellad uzaklaşırken cırcır  böceklerinin çıkardığı sesler arasında  duyduğum hışırtı sesiyle irkildim. Gece karanlığında etrafına dikkatlice bakınmaya başladığım sırada telefonum çalmaya başladı. O telefon çalmasa belki de Ateş’i görecek ve o kasar açı çekmeyecektim ama o açıları çekmem gerekiyormuş.

 

Arayan Vatan. Hemen telefonu açtım.

 

 

 

Vatan; “Sana adresi mesaj atıyorum. Hemen gel. Sabit durmuyor. İstersen ben yakalayıp sana getireyim.”

 

 

 

“Hayır sen gizlice takipte kal. Sakın kendini belli etme ben geliyorum hemen”

 

 

 

Oturduğum mezarın başından kalkarak “Ateş’im intikamını almaya gidiyorum. Bekle beni geri geleceğim.”

 

 Mezardan bir avuç toprak alıp elinde sıkıca tutarak koşmaya başladım.

 

 

 

  O sırada Cellad ve Ateş hareket eden arabanın içindeydiler. Cellad, elindeki dosyayı Ateş’ e uzattı. “Burada Gölge olarak yapacağın ilk beş görevin var.” Dediğinde Ateş dosyanın kapağını açıyordu. Cellad konuşmaya devam ederek “İsmet Kara.  Belediye de çalışan bir görevli izinli olduğu bir gün sokakta gördüğü altı yaşında ki çocuğa cinsel istismarda bulunmuş. Bu şerefsizliği yaparken yan binanın güvenlik kamerasına yakalanmış. Görüntüleri tüm internette yayınlandı. İşin ilginç yanı savcılık mukavemet olmadığı için serbest bırakmış. Tabi sosyal medyada tepkiler olunca savcılık tekrar tutuklama emri çıkardı. Polislerden önce ben yakaladım.

 

 Evine git, sana ilk kıyağım. Bundan sonra yalnızsın. “ diyerek şoföre durmasını söyledi. Şoför durup  Ateş arabadan indiği sırada Cellad” Bir daha Elfida’nın yakında olmayacaksın tamam mı? “

 

 Ateş başını tamam manasında sallayarak uzaklaştı.

 

 

 

 

 

 

   Ömer Aziz   günlük sporunu  yaptıktan sonra dışarı çıkıp sucuk ekmek yiyerek aç karnını doyurmak için sabırsızlanıyordu. Seri adımlarla sucuk ekmekçiye doğru yürürken  telefonu çalmaya başlamıştı arayan Çiğdem di. Çiğdem, Didem’in ölümünden sonra kendini yalnız hissediyor sürekli bunalıp Ömer Aziz’i arıyordu.   Ömer Aziz sabırla eski günlerine dönmek için Çiğdem’in kaprislerine, afra taraflarına ses çıkarmıyordu.

 

 

 

  Telefon konuşmasına devam ederken dar bir sokağa girmişti. Sokağa girmesiyle uzaktan duyduğu gürültüler artmıştı. Sokağın ortasında üç kişi birini araya almış sopalarla dövüyorlardı.  Ömer Aziz bir yandan Çiğdem’le konuşmaya devam ederken diğer yandan  olayı anlamak için iyice yaklaşıyordu.

 

 

 

  İyice yaklaştığında üç kişinin arasında eski ve yırtık elbiseli, dağınık saç ve sakallı ellili yaşlarda bir adam  vardı. Hemen yanı başlarında da içinde üç beş kağıt bulunan devrilmiş kağıt arabası vardı. Ömer Aziz yaşlı adama sopayı kaldırıp vurmak isteyen gencin kolunu tutup “Yavaşş” diyerek burnunun üzerine sert bir kafa attı. Yaşlı adamı döven diğer iki genç, yaşlı adamı bırakıp Ömer Aziz’e saldırmaya başladılar. Bir tanesi bacağını kaldırıp Ömer Aziz’in yüzüne tekme atmak istedi. Ömer Aziz havada yakaladığı ayağın sahibinin bacak arasına sert bir yumruk vurup, tuttuğu ayağı kendine doğru çekince genç yere yapıştı. Bu sırada diğer genç Ömer Aziz’in sırtına  kalınca bir odun vurunca odun paramparça oldu. Ömer Aziz sendeleyerek yere düştü. Sopayı vuran genç yere düşen Ömer Aziz’e tekme atmak isteyince Ömer Aziz hızlı bir hareketle gencin ayaklarını makasa alıp yere serdi. Sonrada üzerine atlayıp yumruk yağmuruna tuttu.  Gözleri korkan gençler Ömer Aziz’i dövemeyeceklerini anlayınca arkalarına bakmadan kaçtılar.

 

 

 

Ömer Aziz hızla yerde yatan yaşlı adamın yanına gitti. Adamın burnundan ve kaşından kan akıyordu. Yaşlı adam ağlayarak ayağa kalkmaya çalışıyordu. Ömer Aziz adamın koluna girip ayağa kaldırmaya çalışırken “Amca iyi misin? Hastaneye gidelim mi?” diye sordu. Adam konuşmakta zorlansa da boğazını temizleyerek “İyiyim ben. Keşke bulaşmasaydın onlara.” Diyerek yüzünü temizlemeye çalışıyordu. Ömer Aziz adamın kolundan tutup “Gel de önce bi yüzünü yıkayıp şu kanını durduralım. Sonra bana ne olduğunu anlatırsın.” Diyerek yakında ki büfeden su, pamuk ve peçete aldı. Adam ısrarla kağıt arabasını göstererek “Ekmek teknem” diyordu. Ömer Aziz adamın yüzünü yıkadıktan sonra beraber  devrilmiş kağıt arabasının yanına gittiler. Arabayı doğrultup yere düşen kağıtları da içine koydular.

 

“Evin nerede? Arabayı senin için evine kadar götüreyim” dedi. Yaşlı adam kafasını olumsuz şekilde sallayarak itiraz edip “Olmaz çalışmam lazım. Eğer istedikleri parayı kazanmayıp onlara vermezsem beni yine döverler” deyip arabanın tutma kollarını omuzuna almaya çalıştı. Ömer Aziz cebinden bir deste para çıkarıp “Parayı dert etme. Şimdi bana evini tarif et. Arabayı da bana ver. Ben senin yerine taşırım” diyerek tutma kollarını omuzlayıp arabayı çekmeye başladı. Adam önde aksayarak ilerliyor Ömer Aziz de kağıt arabasıyla arkasından ilerliyordu.

 

 

 

   Küçük bir deponun arkasında yıkık dökük bir kulübeye geldiklerinde yaşlı adam “işte benim evim burası” dedi. Ömer Aziz etrafına baktığında gördüğü manzara karşısında içi acıdı. Camları kırık, kapısı yarı devrik, duvarları sıvasız iki göz küçük oda bir de yarım mutfak.  Kulübenin geniş bir bahçesi vardı. Bahçenin içinde hurda ve kağıt yığınları. İhtiyar kulübeye girer girmez, demliğe su koyarak tüpün üzerine koydu. Kendi kendine “Bu hiç iyi olmadı. Bu hiç iyi olmadı” diye tekrar ediyordu. Ömer Aziz yaşlı adama acınası gözlerle bakıp “Kim bilir nasıl bir hayat harmanının mahsulünü biçtin de acılar değirmeninde dövülüp bu hala geldin” dedi sessizce. Yaşlı adam söyleneni duymuş ama duymamış gibi yaparak kirli iki bardağı temizliyordu.

 

Ömer Aziz :

 

 

 

-Anlat bakalım babalık. O gençlere ne yaptın ki seni bu kadar benzettiler.

 

 

 

-Ben zavallı bi kağıt toplayıcısıyım. Onlara bir şey yapmaya gücüm yeter mi?

 

 

 

-Peki dertleri ne o zaman?

 

 

 

-Bi kaç gündür hastayım kağıt toplamaya çıkmadım. Haliyle istedikleri haracı veremedim.

 

 

 

-Hmm. Demek haraçlarını vermedin diye dövdüler.

 

 

 

-Çok tehlikeli ve acımasızlar. İstediklerini almazlarsa döverler yine almazlarsa kolunu bacağını kesip sakat bırakırlar.

 

 

 

-Amca sen bunların mekanı biliyor musun?

 

 

 

-Bilmiyorum. Bilsem de söylemem.

 

 

 

-Neden?

 

 

 

-Başını belaya soktun zaten. Şimdi sen gidince bunlar beni gördüğü yerde sakat bırakır.

 

 

 

-Korkma bi b*k yiyemezler. Ben onların ağzını dikerim.

 

 

 

   Yaşlı  adam kaçamak bakışlarla Ömer Aziz’e bakıyor göz göze gelmemeye çalışıyordu. Ömer Aziz’in içini  anlamadığı bir duygu kaplamıştı. Acıma duygusu sandığı bu his acımanın ötesinde bir sıcaklık duygusu gibiydi. Sürekli yaşlı adamla göz teması kurmaya çalışıyor ama adam gözlerini kaçırıyordu. Ömer Aziz yaşlı adamı yakından tanımak istiyordu bu sebeple “Amca senin adın ne? Kimi kimsen yok mu?” diye sordu.

 

 

 

Yaşlı adam soruyu duymazdan gelerek “Karnın aç mı? Sucuk yer misin?” diye sordu.

 

Sucuk genlerimizin bir parçası olmuş. Babam da Ömer Aziz’in aynı geni taşıyıp taşımadığını öğrenmek için sucuk testine tutuyordu.

 

 Psikopat ve tatlı babam.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yüreğimde yanan ateş hiç bir zaman sönmeyecek. Senle mezara gömdüğüm  ruhum, bedenime geri dönmeyecek. Yukarıda bir yerlerde beni seyrettiğini iyi biliyorum. Ateş’im birazdan intikamını alacağım. İçim soğumayacak ama kanın da yerde kalmayacak.

 

 

 

   Vatan’ın verdiği adrese gittiğimde beni bekliyordu. “Nerede?” diye sorduğumda parmağıyla kapalı kasa bir kamyon gösterdi. Kamyondan çok modifiyeli bitik bir karavana benziyordu.

 

 

 

-Kaç kişiler?

 

 

 

-Tek başına. İki saattir dışarı çıkmadı.

 

 

 

-Tamam o zaman. Sen karavanın arkasına geç ve biraz gürültülü şekilde kamyonun sağını solunu kurcaladıktan  sonra da saklan.

 

 

 

-Tamam ama dikkatli ol. Bu kız ve kardeşi çok canlar almışlar. Aşırı kurnaz ve tehlikeli.

 

 

 

-Sen onu araştırmışsın ama beni tanımıyorsun. Dediğimi yap.

 

 

 

-Tamam.

 

 

 

Karavanın giriş kapısını gözetleyerek beklemeye başladım. Vatan dediğimi harfiyen yaparak ustaca saklandı. Vatan’ın gürültü yapmasıyla karavanın kapısı açıldı. Çiğdem elinde silah kontrollü bir şekil de karavandan indi. Sağını solunu kontrol ederek karavanın arkasına doğru ağır adımlarla yürürken ben de sessizce karavana doğru yürümeye başladım. Hızla kapıya yanaşıp içeriye süzüldüm.  Dışarıda bir sıkıntı olmadığına emin olan Çiğdem karavana girip kanepeye uzandı. İçerde olduğumun farkında değildi. Saklandığım  dolabın arkasından onu seyrediyordum. Bana arkasını dönmüş elindeki kardeşinin resmine bakıyordu. Sessizce yaklaşıp silahımı kafasına dayayarak “Yolun sonuna geldin. Seni de kardeşinin yanına göndereceğim” dediğim de bir kaç saniye tepkisiz bekledi. Daha sonra hiç hareket etmeden “Sık” dedi Çiğdem. İntikam ateşiyle dolan yüreğim bu kadar kolay ölmesine izin vermiyordu. “Yoo öyle kolay ölüm yok sana.” Dediğim sırada beklemediğim bir hamle yaparak bileğime vurdu.

 

 Bileğime vurmasıyla elimde ki silah iki metre uzağımdaki masanın altına fırladı. O silaha vurduğu anda ben de diğer elimle onun saçlarına asılıp çekmeye başladım. Uzandığı kanepeden düşünce ayağıyla bacaklarımı makasa alıp beni yere düşürdü.

 

 

 

Yere düştüğüm de karavanın kapısının açıldığını gördüm. İçeriye Vatan girdi. Vatan hızla bana doğru gelmeye çalışınca “Sakın müdahale etme. Kapıyı tut kaçmasın yeter.” Dediğim anda karnıma sert bir tekme yedim. İkinci tekme gelirken ayağını tutup ters çevirerek itekledim. Çiğdem’i iteklememle dolaba çarptı. O dolaba çarpınca ben de ayağa kalktım. Ayağa kalkmamla çeneme aldığım yumruğun etkisiyle Vatan’ın yanına kadar gittim. Vatan ellerini göğsünde bağlamış “Yardım istemediğine emin misin?” diye sordu.

 

 Gözlerinin içine bakıp “Sen Elfida şova katılmadın dimi?” dediğimde Kafasını salladı. O sırada Çiğdem silahı almaya çalışıyordu. “O zaman   Elfida şova hoş geldin” diyerek silahı almaya çalışan Çiğdem’in ensesinden tutup dizlerinin arkasına tekme vurunca  dizlerinin üzerine çöktü. Dirseğimin kemik kısmıyla omurgasına şiddetlice vurdum.

 

 

 

  Omurgasına aldığı darbeyle çığlık atınca  ruhumdaki gizlediğim sadistliğim kendini ortaya çıkardı. Aldığım keyifle daha sert bir şekilde yüzüne tekme attım. Yüzüne aldığı darbeyle kafasını sert demire çarpıp iyice kendinden geçmeye başladı. Çiğdem  yerde açılar içinde kıvranırken ben de ona işkence etmek için etrafımda bir şeyler aramaya başladığımda karşımda bir kapı gözüme çarptı. Kapıyı açtığımda aradığım hazine tam olarak karşımda duruyordu. Envayi çeşit işkence aleti vardı. Saçlarından sürüyerek işkence odasına götürdüm. Masaya yatırıp ayaklarını ve ellerini bağladım.

 

 

 

Vatan tüm ciddiyetiyle odaya girerek  sandalyeye oturup ayak ayak üzerine atarak yine ellerini göğsüne bağladı. Vatan “Ee şov ne zaman başlayacak” dedi. Parmağımı dudağıma götürüp “Şşş otur ve seyret” dedikten sonra, kendinde olmayan Çiğdem’in kafasından aşağı bir kova suyu boca edince bir anda kendine geldi. Elime kerpeteni alıp sağ ayak baş parmağını çekmeye başladım. Çiğdem çığlık attıkça ben daha da keyiflenerek çektim. Sağ ayağının üç tırnağını çektikten sonra kulağına yaklaşıp “Kardeşini ben öldürdüm. Sen niye beni  değil de Ateş’i öldürdün? Niye ona sıktın...? Niye?” diye bağırdım.

 

 

 

Ağzındaki kanları tükürerek “Ben ona değil sana sıktım”.

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KAYIP RUHLAR LİSESİ ESARET 1

KAYIP RUHLAR LİSESİ ESARET 3

KAYIP RUHLAR LİSESİ ESARET 2