Kayıp ruhlar lisesi ESARET 25
Seyret”
diyerek yüzüne sert bir yumruk attı. Berko çuvaldaki kırmızı eldivenleri
çıkarıp salondaki adamları saymaya başladı. O sırada Alya ve annem adamları
dövmekle meşgullerdi. Berko adam sayısı kadar kırmızı Eldiven çıkarıp gülmeye
başladı.
İlk eldiveni babama uzatıp “Reis bu senin” dedikten sonra her
adamın yanına bir kırmızı eldiven gelecek şekilde dağıtmaya başladı.
Aynur kendisine gelen gizemli telefondan
sonra gizlendiği yerden çıkıp ekibi toplayarak hızla Konner’ın üssüne doğru hareket
etmeye başladılar. Telefondaki bayan Aziz ve ekibini üsten çıkarması için yarım
saati olduğunu eğer bu yarım saat içinde çıkaramazsa üssün havaya uçacağını
söylemişti. Bu gizemli kadının kim olduğu sanırım anlaşıldı. Ahtapot Suzan.
Aynur bu ihbarın tuzak olduğunu düşünse de
gerçeklik payı olma ihtimaline karşı üsse operasyon yapma kararı almıştı. Üsse
fazla uzak olmadıkları için kısa sürede varmışlardı. Tedbirli bir şekilde
yaklaşıyorlardı. Etrafta hiçbir koruma göremiyorlardı. Bir gariplik olduğunu
sezen Aynur, telaşlanarak daha hızlı hareket edip direk üsse daldı.
Aynur ve
ekibine karşı koyacak kimse yoktu. Hızla üs içindeki binaya girip babam ve
ekibini aramaya başladılar. Büyük salonun kapısından içeri girince gördüğü
manzara karşısında şaşkına döndü. Salon kan deryasına dönmüştü. Babam ve ekibi
adamları sırayla vahşice öldürüyorlardı. Aynur ekibin bu vaziyetini görünce
kısa bir süre seyri keyif veren bir şöleni izler gibi seyretti.
Annem,
Aynur ve ekibini görünce durup Aynur’a baktı. “Eski bir dostu görmeyeli uzun
bir süre olmuştu.” Deyince Aynur kendine geldi ve koşarak anneme sarıldı.
Aslında ikisi de annem sayılır. Aynur bana öz annemden daha çok annelik yaptı
desem yalan olmaz.
Aynur
anneme sarıldıktan sonra babamın
karşısına ekibini dizip asker selamı verdi.
“Komutanım
üssün her yerine bomba koydukları ihbarını aldık.” Saatine bakıp “Beş dakika
yirmi saniye sonra patlayacak.” Dedi.
Babam, yerde kanlar içinde kalan Konner’ı
gösterip “Bunu alın. Diğerlerinin kafasına sıkın.” Diyerek elindeki kırmızı
eldiveni sallayarak “Konner itiyle işim bitmedi.” Dedi ve anneme çıkalım işareti yaptı.
Kırmızı Eldiven’in gelmiş geçmiş en güçlü dört
üyesi yan yana, dış kapıya doğru yürürken düşmana korku dosta güven veren bir
görüntüleri vardı. Aynur onları hayranlıkla seyrediyor, bu ekiple aynı zaman
aralığında kırmızı Eldiven de savaştığı
için gurur duyuyordu. Yaşadığı mutluluğun daha fazlasını yaşayacak insanların
olduğunu bildiği için hemen telefonu eline alıp arama tuşuna bastı.
Araçlarla ilerleyip çöle geldiklerinde babam
durmaları için emir verdi. Bütün araçlar
peş peşe durdular. Babam arabadan inerek Konner’ın bulunduğu arabaya gidip
kapıyı açtı.
Konner’ı
ensesinden tuttuğu gibi arabadan dışarı çıkarıp sürüklemeye başladı. Kumların
arasında ayakta kalmayı başarmış bir ağaç vardı. Babam kumların arasında
Konner’ı sürükleyerek ağaca doğru götürürken “bana biraz ip bir de tatlı bir
şeyler getirin “ diye bağırdı.
Kızıl
güneş, sarı kumları kavurmuş sıcaklığını iki kat daha fazla hissettiriyordu.
Babam, Konner’ı iç çamaşır kalacak şekilde soyduktan sonra getirilen kalın iple
Konner’ı ellerinden ağaca astı.
Konner
babamdan yediği dayaktan dolayı konuşmakta zorlanıyor, acı içinde kıvranıyordu.
Esir tutulduğu beş yılın acısını bir kenara bırakıp Sarı İsmail’in intikamı
adına öldürüyordu.
Berko’yu
yanına çağırdı. Berko yanına gelince “Kardeş Sarı hepimizin dostuydu. Sarı’nın
intikamını almak onun tarzıyla olmalıydı ama Sarı Ömer yok. Ben diyorum ki bu
yavşağı ağaca astık. Birkaç uzvunu keselim ama hemen ölmeyecek şekilde. Şu
reçeli de üzerine dökelim. Bu çölde geceleri elbet birkaç Sarı Ömer gezer.
Bütün böcekler güzel bir ziyafet çekerler. Ben böyle düşünüyorum. Ha yok, ben
cezasını kendim vereceğim diyorsan da aha Konner burada istediğini yap.
“diyerek Berko dan cevap bekledi.
Berko
babamdan bıçağını alarak Konner’ın ayak parmaklarını kesti. Sonra da Konner’ın
vücuduna ölümcül olmayacak yaralar açıp “ Reis sen en iyisini düşündün. Sarı
kardeşim böcekleri severdi. Ruhu şad olsun, Konner da böceklere yem olsun. “
dedi ve Bir çift kırmızı Eldiveni Konner’ın üzerine fırlattı.
Savcı
Zeynep gözlerini açtığında karanlık bir yerde olduğunu fark etti. Çelik bir
tabut içinde dik bir vaziyetteydi.
Dışarıdan iki metalin bir birine sürtünme
sesi geliyordu. Savcı Zeynep, nerde olduğu hakkında hiç bir fikri yoktu.
Duvarda büyük bir şema vardı. En üstte beş
adet siyah fotoğraf vardı. Bu fotoğrafların üzerinde resim olmadığı için kime
ait olduğu bilinmiyor bu sebeple
üzerlerinde soru işareti konmuştu . O beş fotoğrafın altında babamın resmi, onun altında da yan yana annem, Cellad, Berko, Alya, Aynur, Suskun’un
resimleri vardı. Onların hemen altında
benim ve ekibimin hepsi vardı. Duvarda resimler bir düzen içerisindeydi.
Bıçağı iyice keskinleştirdikten sonra Savcı
Zeynep’in resmi üzerine bıçağı getirip “(KEYEO) Kırmızı Eldiven’i Yok Etme
Operasyonu başlasın” dedi Kuzgun.
Kuzgun yavaş adımlarla ilerleyerek Savcı
Zeynep’in içinde bulunduğu çelik tabutu açtı. Çelik tabut açılır açılmaz Savcı
Zeynep dik durmanın verdiği yorgunlukla yere düştü.
Yaklaşık iki gündür yemek verilmiyor sürekli
dövülerek çelik tabuta konuyordu. Kuzgun yere düşen Zeynep’i sandalyeye oturtup
ellerinden sandalyeye kelepçeledi. Yerde duran bir kova soğuk suyu Savcı
Zeynep’in kafasından aşağı boca etti. Soğuk suyun etkisiyle Savcı Zeynep
kendisine gelmişti. Yediği dayakların yanı sıra aç ve susuz kalması sinirlerini
iyice yıpratmıştı.
“Sen
kimsin? Devletin savcısına bunu nasıl yaparsın?” diye bağırdı.
Kuzgun gözlerinin önüne gelen saçlarını geriye
doğru atarak siyah gözlüklerini taktı. Sol tarafında bulunan masanın üzerinden
kibrit kutusu büyüklüğünde elektro şok cihazını alıp Savcı Zeynep’in ensesine
dayayarak elektrik verdi. Elektriğin verdiği açıyla çığlık atan savcı Zeynep
dişlerini sıkıyordu. Kuzgun sandalyesine ters oturdu.
“Sen mi
devletin savcısısın? Devlet size mi kaldı? Sizler virüssünüz. Ben ve ekibim bu
virüsü devletin bünyesinden temizleyeceğiz. Bak şuraya” diyerek duvardaki
resimleri gösterdi.
Zeynep
resimleri gördüğünde şaşkına döndü. Bütün resimlerdeki şahısları tanıyordu.
Hepsi kırmızı Eldiven örgütünün üyesiydi.
Kafasını çevirip “Kimsin sen? Bu
fotoğraftakiler kim? Benim neden bunların arasında fotoğrafım var? “diye sordu.
Kuzgun
gülerek” Bir zamanların küçük gelini Zeynep. Bunları geçelim. Sen de ben de
neden orada fotoğrafın olduğunu çok iyi biliyoruz. Pazılın eksik parçaları var.
Mesela emniyet ve hukuk kısmında. Sen de tam olarak bunun için buradasın. Bana
örgütünüzün emniyet ve hukuk kısmında yer alan hainlerin isimlerini tek tek
söyleyene kadar açı çekeceksin. Bence bir an önce söyle ve kurtul. “ dedi.
Savcı Zeynep kendisi ve örgüt hakkında Kuzgun
‘un bu kadar bilgiye nasıl sahip
olduğunu merak ediyordu.
Endişeli
bir şekilde “ Sen kimsin? Kim adına beni sorgulama cesaretini buluyorsun
kendinde? “ diye sordu. Kuzgun psikopatça gülerek” Ben sizi yok edecek birimin
başındaki amirim. Sende Menderes Osmanlı’nın gerdek gecesi kurtardığı küçük
gelin Zeynep’ sin. Sana bütün hayatını anlatmamı ister misin? Benim zamanım
çok. “ diye anlatırken yan taraftaki işkence odasında komiser Sena ellerinden
asılarak sopayla vücuduna vuruluyordu. Kuzgun’un yakın adamı, en büyük
yardımcısı Fikret, Sena’yı konuşturmaya çalışıyordu. Sena’yı kırmızı Eldiven
hakkında sorular soruluyor hiç bir cevap alınamıyordu. Fikret sopayla Sena’nın
karnına sertçe vurduktan sonra “Bana bak komiser, hiç alakanın olmadığı üç tane
cinayet yüzünden ceza evine girdin. Hem de bu örgütün yıldız timinin yanına. Ne
tesadüf ki örgüt elemanları ceza evinden kaçınca sende kısa süre sonra suçsuz
olduğun ortaya çıktı. Sonrada iadeyi itibar yaparak tekrar eski görevine
verildin. Şimdi bunlar tesadüf deme bana. Ayrıca beş ay önce yani ceza evine
girmeden önce Savcı Zeynep ile görüşmelerin oldu. Şimdi bilmiyorum ayağına
yatma. Örgütteki pozisyonun ne? Emniyette başka kimler var? Tek tek say.
“diyerek sopayı sırtına vurdu.
Sena
acıyla bağırarak “ Bu gizli bir operasyondu. Görevim onlara yakınlaşıp örgütü çökertilmesine
yardımcı olacak bilgileri toplamaktı. Bu görevi de bana Savcı hanım verdi. Biz
aynı taraftayız neden anlamıyorsun geri zekalı. “ dedi Sena.
Fikret
gülerek “Güldürme lan beni. Senin savcı mı örgütü çökertecek. Ulan o savcı
örgütün hukuk lideri. Bana martaval okuma, isim ver isim.” Diyerek vurmaya
devam etti.
Gecenin en acı karanlığı, Yıldız timinin
suskunluğuna şahitlik ediyordu. Ağızlar kapanmış duvarlar yumruklanıyordu.
Dostlarının cansız bedenine sahip çıkamadıkları için kendilerinden utanan
Yıldız timinin her bir üyesi bir köşeye çekilmiş pişmanlık ve üzüntülerini
yaşıyorlardı.
Dışarıdan gelen araba sesleriyle üzüntülerini
bir kenara bırakıp silahlarına davranarak tedbirli bir şekilde kapıya
yöneldiler. Ali Dayının geldiğini
anlayınca silahlarını bellerine sokup arabaya doğru yürüdüler. Araba durdu ve
yol boyunca Sado’nun cansız bedenini kucağında taşıyan Ali Dayı, açılan araç
kapısından çıkıp Sado’yu üzüntülü bir şekilde kucağına alıp dışarı çıktı.
“Bu kadar
adam bir garip gurbet kuşuna sahip çıkamadınız.” Dediğinde, ben dahil ekibin
kafaları önüne eğildi.
Ali Dayı Sado’yu bahçedeki ahşap masanın
üzerine koyup “Sadullah Kurki seni kim aramızdan aldıysa onun kellesini
koparacağım. Kaldırın kafanızı, Rabbim
hepimizin ölümünü Kurki kardeşimin ki
gibi yiğitçe olmasını nasip etsin.” Diyerek bana
doğru yürümeye başladı.
Yanıma
vardığında “Arslan, sen bu timin komutanısın. Hepsinin canı sana emanet. Yeri
geldiğinde hepimiz Sado kardeşim gibi
senin için hiç düşünmeden canımızı veririz. Biraz önce acımdan dolayı ettiğim
laf için kusura bakma. Sen timi geri çekerek en doğru hareketi yaptın.” Diyerek
elini omuzuma koyup teselli etmeye
çalıştı.
Omuzumu
geri çekip “ Dayı ben bu time komutanlık yapacak liyakatte değilim. “
dedim.
Ali Dayı
kafasını sallayarak “ Sen Arslan’sın. Arslanlar lider doğar. Şimdi bir lider
gibi davran. Güçlü ol ki timinde gücü
olsun. “deyip yere çömelerek ağaca sırtını yaslayıp tespih çekmeye başladı.
Öfkeliydi. Beceriksizlik hissi kaplamıştı
bedenimi. Bir hata varsa sebebi benim, bir kayıp varsa sorumlusu benim.
Afgan
Sado’nun ölümünde tek suçlu ve sorumlu
benim.” Ömer Aziz’e esir düşmeseydim Sado şimdi yaşıyor olacaktı” .
Yalnız
kalmaya ihtiyacım vardı. Bir anda arkamı dönüp ağaçlıklara doğru koşmaya
başladım. Ateş, koşarak uzaklaştığımı
görünce vakit kaybetmeden peşimden koşmaya başladı.
Yalnız kalmak istediğimi söyleyerek Ateş’in
peşinden gelmemesini rica ettim. Ateş ısrarcı olunca, bağırarak “Ateş git...
Git.” Dedim. Öfkenin onu da yakmasını istemiyordum.
Ateş daha
fazla ısrar etmeyerek peşimden gelmedi.
Karanlık
gecenin yıldızları bir bir kaybolup ufukta güneşin kızıllığı belirmeye
başlamıştı. Üç saatlik yalnızlığın ardından doğan Güneş’le beraber ayağa
kalkarak yürümeye başladım. Olumsuz düşünceler aklımı istila etmişti. “Bu
beceriksizlikle anne babamı hiç kurtaramam. “ diye düşündüm.
Biraz
yürüdükten sonra arkası dönük birini gördüm.
Olduğu yerden kıpırdayamadım. Çünkü bu arkası dönük kişi Afgan Sado’ya
benziyordu. “Sado” diye bağırdın.
Arkası
dönük kişi yavaşça kafasını çevirdi. Yanılmamıştım. Bu arkası dönük sapa sağlam
ayakta duran kişi Sado’ydu.
Yorumlar
Yorum Gönder