Kayıp ruhlar lisesi ESARET 15
Mr. Konner, yer altında büyük bir ordu ile korunan
üsse doğru ilerlerken, Huruza ile telefonda konuşuyordu. Huruza kendince
Konner’ı uyarmaya çalışıyordu ama egosu tavan yapmış ve sonsuz bir gücü
olduğuna inan Konner, Huruza’yı pek ciddiye almıyordu.
-
Ben dikkatli olmanızı öneririm Bay Konner.
Hapishanedeki elemanlar kaçtı. “
Mr. Konner hiç
endişeli değildi, hatta Huruza’nın söylediklerine içten içe gülüyordu.
“Huruza, üç-beş çocuktan mı korkuyorsun? İstersen
onların işini bitirmek için bir ekip göndereyim, ha ne dersin?
Sesinde alaycı
bir ton vardı. Yürümeye devam ederken, yapılan telefon konuşmasından
sıkışmıştı.
Huruza sinirlendiğini belli etmeden” Siz merak
etmeyin. Ben işlerini bitiririm. Sadece sizi uyarmak istedim. Deyip telefonu
kapatır kapatmaz ağız dolusu küfür savurdu.
Konner, Kırmızı Eldiven örgütünün en değerli
adamlarının esir tutulduğu üsse giriş yaptığı sırada, güvenlikten sorumlu
komutan Kevin, Mr. Konner’ı karşılayıp selamladı.
Konner
“Güvenliği üst düzeye çıkarın. Daha fazla adam getirtin. Nöbetteki adam
sayısını artırın.” Diye talimat verdi. Huruza’yı her ne kadar da alaya almış
olursa olsun tedbir almanın yararlı olacağını düşündü. Kırmızı Eldiven’in daha
önce verdiği zararlar göz önündeyken onları küçümsemek ahmaklık olur diye
düşündü.
Dışı yüksek
duvarlarla çevrili, iki katı yukarıda üç katı yer altında olan binaya giriş
yaptı. Asansöre gireceği sırada “Dediğim adamı hazırladınız mı?” diyerek
asansöre girdi.
Kevin’ın eksi
üçüncü jatın düğmesine basmasıyla asansör aşağı inmeye başladı.
-
Evet efendim, adam hazır. Emrinizi
bekliyorum.
Mr. Konner keyfi yerine gelmişti.
-Güzel, siz alın adamı dediğim yere götürün. Canlı yayında
Aziz’e seyrettireceğim.
Amacı bedenen
çökerttiği ekibi psikolojik olarak da yıpratmaktı. Eksi üçüncü kata inen
asansörden ayrılıp, esir tutulan ekibe doğru uzun koridorda yürümeye başladı.
Aziz, Sıla, Berko ve Alya bileklerinden bağlanarak
tavana asılmışlardı. Ayakları yerden bir
karış kadar yukarıdaydı. Aziz ve Berko’nun saçı sakalı birbirine karışmış
yüzleri kanla karışık kir içindeydi. Alya ve Sıla da güçsüz düşmüş çektikleri
işkenceler ile vücutları yaralar altında kalmıştı. Üç yıldır esir tutuldukları
bu hücrelerde ölmeyecek kadar yemek yedirilmiş ve sürekli sorgu altında işkence
gördükleri için aşırı güçsüz kalmışlardı. İskeletlerin bir çok kemiği
derilerinin altında net bir şekilde görünebiliyordu.
Konner’ın adamları, Sarı’ya bilincini kaybedip,
düşünememesi için kimyasal haplardan vermişlerdi. Üzerine, uzaktan kumandayla
patlatılabilen bombalı yelek giydirerek sivil halkın yoğun olduğu şehre doğru
götürüyorlardı. Amaçlar sivil halkın yoğun olduğu pazarda Sarı’yı patlatarak,
“Türkiye Devleti gözden çıkardığı ajanlarını canlı bomba yaparak sivil halkı
hedef alıyor” söylentileri ile Türkiye’nin itibarını ulusal basında ve Dünya medyası
gözünde küçük düşürmek. Ayrıca deneyler ve işkencelerle
konuşturamadıkları babamı yani Aziz Arslan’ı , dostlarını kullanarak
konuşturmaya çalışmaktı.
Konner’ın gelişini gören babam, en son yapılan
işkencede çenesine aldığı sert darbeden dolayı konuşmakta zorlanıyordu.
“Bizim tipsiz yine geliyor.” Diye söyleyip gülerken
çenesinin ağrıması ile gülmesi yarım kaldı. Söylediklerinin ancak yarısı
anlaşılmıştı.
Sıla yani annem
“Ağzın burnun yamulmuş, hâlâ espri yapmaya çalışıyorsun. Gelsin bakalım.
Acaba bu sefer nasıl bir sürprizle gelecek? “derken, Berko, Babama gülmemek
için kendini zor tutuyordu. Babamın en yakın arkadaşı olmasına rağmen ona büyük
saygı duyuyor edepsizlik yapmak istemiyordu.
-Aga sen bu haldeyken fazla konuşma gülesim geliyor.
Diyerek askıda duran ellerine yüklenip kendini yuları
doğru çekip geri aşağı saldı. Böylelikle ağrıyan bileklerimi bir nebze
dinlendirdi.
Alya “ Sen kendi suratına bak. Morarmamış yeri
kalmadı. Palyaço gibisin. “diyerek güldü.
Bu dörtlü görüp gerebileceğiniz en manyak Türkler.
Anne ve babama manyak dediğim için bana kızıyor olabilirsiniz ama ben o manada
söylemedim. Çılgın anlamında söyledim. Evet çılgınlar buna hiç şüphe yok. Beş
yüz küsür yıllık örgütün en çok kırmızı eldiven atan ikisi annem ve babam.
Kurtardıkları çocukların, kadınların ve hayvanların sayısını tahmin etmek bile
imkansız. Savcı Zeynep ve Suskun bildiğiniz iki tanesi. Birisi adaletin keskin
kılıcı diğeri adaletsizliğin kanun kılıcı. Kurtarılan çocukların akıbeti de
aynen bu ikisi gibi ya tedavi olacak topluma faydalı birer birey olacaklar tabi
aynı zamanda örgütün menfaatlerini de gözetecekler ya da tedavi olmazlarsa
Suskun ve benim ekibim gibi adaletin yetmediği yerde kanun koyucu olacaklar.
Her neyse bunları zaten biliyorsunuz. Ne diyordum Muhteşem dörtlüden söz
ediyordum öyle değil mi?
Hani derler ya bir Türk Dünya ya bedel diye işte bu
dördü için rahatlıkla söylenebilir. Onlar ruhları başı boş gezen acımasız
katiller. Onları ölümle korkutamazsınız. Onların tek zayıf yönü çocuklar. Bir
çocuğa zarar verilmesini engellemek için dördü birden hiç düşünmeden canlarını
verirler. Söz misal içlerinden birinin kafasına silah dayansa ve konuşmazsan
onu vururum dense konuşmazlar ama bir çocuğun yüzüne tokat atılacak olsa
tereddüt etmeden buna engel olmaya çalışırlar.
Konner’ın
bilmediği konu ise buydu. Bu nedenle onları konuşturamıyordu.
Konner sakin
bir şekil ilerleyerek yanlarına geldi.
-Bakıyorum da size ne yapsam neşenizi
kaybetmiyorsunuz. Gerçekten cesaretiniz karşısında saygıyla eğiliyorum.
Dünya’nın her yerinde görev yaptım ama sizin gibisine rastlamadım. Bu hale
gelmeniz için beyin kontrol taktikleri mi uyguladılar. Yoksa size çip takıp
beyninizi mi kontrol ediyorlar. Ayağınıza takılan çipten söz etmiyorum. Bu
arada az kalsın unutuyordum. Size güzel haberlerle geldim. Keyfinize keyif
katacak sizi daha da neşelendireceğim.
Birazdan Sarı arkadaşınız mükemmel bir
şov yapacak.
Babamın yüzünde korkuya dair en ufak bir belirti
yoktu.
-Lan oğlum, üç yıldır bizimle uğraşıyorsun. Hayır o
kadar beceriksizsin ki birimizi bile konuşturamadın. Ben olsam çoktan hepinizi
öttürmüştüm. Yalnız seni taktir ediyorum. Helal olsun, sende iyi sabır varmış.
Babamın söylediklerini anlamak için pür dikkat
dinleyen Konner ancak bir kısmını anlayabilmişti.
-Siz öldürürsem bir eğlencem kalmaz ki hem madem bu
kadar çok istiyorsun ölmeyi. Birazdan hep beraber İzleyelim. Arkadaşınız Sarı
canlı yayında boom yapacak.
Sarı ve Berko çok yakın arkadaşlardı. Sarı’nın örgüte
girmesini sağlayan Berko’ydu. Bu nedenle Konner’ın söyledikleri onu bir hayli
üzüp endişelendirmişti.
-Ne diyorsun lan sen? Ne yaptın Sarı’ya? Diye bağırdı.
-Hey adamım sakin ol. Birazdan hepimiz ne olduğunu
canlı yayından seyredeceğiz.
Konuşurken anneme doğru yürüyordu.
Öte yandan, ekibin tutulduğu yeri keskin nişancı
silahının dürbünü ile seyreden Asya, gördüklerini Aynur’a rapor ediyordu.
Sarı’nın
bombalı yelekle çıkışını haber alan Aynur, Çelik ile beraber çıkış yapan
araçların uzaktan takip ediyordu.
Anneme yaklaşan Konner “Sen de bir zamanlar
Maskeli’ydin. Bana sorularımın cevabını ver hepinizi acısız bir şekilde
öldüreyim.” Dediği sırada annem,
Konner’ın yüzüne tükürdü.
“ Bu cevabımı beğendin mi? Yoksa başka bir cevap ister
misin bit yavrusu.
Annemin bu hareketini ve sözlerini duyan babam, Berko
ve Alya kahkaha atarak güldüler.
Konner,
ellerinden asılı şekilde bağlı olan anneme sert bir tokat attı.
-Hem de çok beğendim. Bu tokadı da teşekkür
mahiyetinde kabul et, derken babam sinirlenip asılı olduğu yerde sallanarak
Konner’a tekme atmaya çalıştı.
-Lan şeref yoksunu, atasız. Babası belirsizin çocuğu.
Azıcık erkekliğin varsa çöz şu ellerimi ondan sonra konuşalım,diye zorlanarak
bağırdı.
Konner, Babama yaklaşarak “Adamım ne söylüyorsun
anlaşılmıyor. Böyle hiç de korkutucu değilsin. Aksine komik bile sayılırsın.”
Diye gülerken saatine baktı.
“Neyse sohbeti keselim birazdan canlı yayın
başlayacak. Kaçırmak istemeyiz öyle değil mi? “ diyerek tabletleri getirilmesi
için emir verdi. Korumalar dördünün de önüne birer tablet koydular. Ekranda
Sarı vardı. Arabadan yavaş yavaş iniyordu. Ne yaptığının ve nerde olduğunun
farkında değildi. Aldığı haplar tesirini göstermişti. Sarı ona söylenenlere
itiraz edemeyecek durumdaydı. Arabadan inerek kalabalığa doğru yürümeye
başladı.
Ekranda görmedikleri bir şey vardı. Aynur ve Çelik
uzaktan olanları seyrediyor ne yapacaklarına karar vermeye çalışıyorlardı.
Aynur olayı anlamış, bu sebeple Çelik’ten uzun namlulu keskin nişancı silahını
getirmesini istemişti.
Çelik koşarak silahı getirdi. Aynur etrafına göz
gezdirip yüksek bir yer aradı. Karşısında duran üç katlı kerpiç
bina tam da aradığı yerdi. Silahla beraber koşmaya başladı. Hızla
merdivenleri çıkarak Sarı’yı görebileceği en uygun yere geçip, keskin nişancı
silahını kurmaya başladı.
Sarı ağır adımlarla ilerlemeye devam ediyor bu sırada
Aynur dürbünle bir kalabalığa bir de Sarı’ya bakıyordu. Dürbünin yuvarlağı
sürekli yer değiştiriyordu.
Eğer Sarı’nın kalabalığa karışıp bombayı patlamasına
izin verirse onlarca kişi ölecek bir o kadar kişi de yaralanacaktı. Sarı’nın
kalabalığa karışmasına engel olmak zorundaydı. Başka da şansı yoktu.
Aynı anda olayı
tabletten izleyen Kırmızı Eldiven ekibi küfürler savurmaktan başka bir şey
ellerinden gelmiyordu. Göz göre göre yıllarca omuz omuza çatıştıkları Adanalı
Sarı kendini patlatmak için halkın içine doğru adım adım yürüyordu.
Mr. Konner “İyi seyredin birazdan arkadaşınızın
parçaları bile kalmayacak.” Diyerek keyifli bir şekilde gülüyordu.
Aynur “Sen arabayı hazır tut. Ben ateş ettiğim anda
peşimize düşeceklerdir. Yakalanmamız lazım.” Diyerek Çelik’i arabanın yanına
gönderdi. Dürbününden Sarı’ya doğru
bakıyordu. “Affet beni, Sarı komutan. Sen böyle bir ölümü hak etmiyorsun.
Onurunla yaşadın onurunla ölmelisin. Onursuz bir şekilde ölmene izin vermem.
Senin yaşamın nasıl faydalı ise ölümün de öyle olmalı. Beni affet” diyerek
Sarı’nın sağ bacağına ateş etti. Aynur’un tüfeğinden çıkan bütün mermiler
hedefini bulmuştur. Son attığı mermide namludan çıkıp Sarı’nın bacağına
saplanmıştı. Sarı bacağına gelen mermiyle yere yığılmıştı.
Canlı yanından seyreden ekip üyeleri şaşkınlık
içindeydiler. Bombanın patlamamış olmasına sevinmişlerdi lakin vurulması karşısında üzüntü duyuyorlardı.
Mr. Konner “Bombayı patlatın ve ateş edenleri bulup
hemen bana getirin.” Diye bağırınca ekip üyeleri hep bir ağızdan “Hayır. Yapma”
diye bağırdıkları sırada uzaktan kumandayı tutan adam düğmeye bastı.
Büyük bir patlama olmuştu ama Adana’lı Sarı dışında
ölen olmamıştı.
Sarı’nın patladığı
anı gören silah arkadaşları, göz yaşlarına engel olamıyorlardı.
*********
Hızlandırılmış eğitime alınan Yıldız timi, aralıksız
eğitimlere devam ediyordu. Bütün tim verilen eğitimlerden alınlarının akıyla
çıkıyorlar. Yapılan testlerde kondisyonlarının
yerinde olduğuna karar verilmişti çünkü hiçbir arkadaşım hapisteyken
kendini salmamıştı. Hepsi düzenli spor ve egzersiz yapıyordu. Sadece Ayı Memo
biraz geride kalmıştı. Oldum olası spor yapmayı sevmiyor sürekli yemek düşünüp
her fırsatta yemek yiyiyordu. Bu nedenle Suskun, Ayı Memo için ayrı bir program
hazırlamıştı. Hepimizden fazla çalıştırılıyor adeta kova kova ter akıtıyordu.
On beş gün
geçmiş eğitime hiç ara verilmemişti. Bu süreçte eğitimlerimiz ara verilmemesine
rağmen Melek ara sıra ziyaretimize geliyordu. Minik Cellat’ı ilk defa
gördüğümde sanki Ateş’in beş yaşındaki halini görmüştüm. Ateş yerine Cellat’ı
öpüyor onu koklayıp sıkı sıkı sarılıyordum. Arasına ondan haberler alıyorduk
ama bu bana yetmiyordu. Bazen kaçmayı düşünüyor ama sonra ideallerimiz zınk
diye karşıma çıkıp beni durduruyordu. Anneme hak verdiğim zamanlar işte bu
zamanlardı. “Sevmeyeceksin... Sevmek seni zayıf düşürür. Lider olacaksan
zayıflıklarından kurtulacaksın. Onlar sadece sırtına bir kamburdur. Sırtındaki
kamburu kesip atacaksın. Aşk acıdan başka bir şey değildir. Melankolik ve
zayıfların işidir aşık olmak. Kalbinle değil her zaman beyninle düşüneceksin.
Kalp bir et parçasıdır. Otuz yaşına geldiğinde bu sözlerimin ne kadar doğru
olduğunu anlayacaksın. Umarım o yaşa geldiğinde geç kalmış olmazsın. Otuz
yaşında olmak yirmi yaşına sövmektir. Yirmi yaşında olmak on beline sövmektir.
Sen benim kızımsın. Farkını ortaya koy ve aşk meşk işlerinin boş olduğunu sana
yükten başka bir şey getiremeyeceğin şimdi anla. Otuz yaşında anladığında çok
geç kalmış olacaksın.” Bu sözleri kulaklarımdan girip beynimde dolanıyordu.
Haklı miydi evet kısmen haklıydı ama alacağı yoktu. Çünkü ben de her genç gibi
hata yaparak öğrenmek istiyordum. Ne kadar da ergence bir düşünce.
Birileri hata yapmış ve yanlışın farkına varmış.
Başkalarının da aynı hataları yapmasını istemiyor ama başkaları söz dinlemiyor.
Yorumlar
Yorum Gönder