Kayıp ruhlar lisesi ESARET 35

 

 

“ Anlamadığın bir şey var. Beni öldürebilirsin. Arkadaşlarımı öldürebilirsin.  Hatta savcı Zeynep’ten öğrendiğin bütün isimleri tek tek öldürebilirsin. Ama hiç bir zaman tam manasıyla bizi yok edemezsin. Biz de şahısların, isimlerin bir önemi yoktur. Sen bizi yok ettiğini sanırsın ama bir gece yatağında tatlı tatlı  yatarken en güvendiğin adamın gelir ve boynunu keser üzerine bir çift kırmızı eldiven atar. Çok konuşmanın anlamı yok. Sık kafama. “

 

 

 

“ Cellad çok duygusal bir konuşmaydı. Neredeyse beni ağlatacaktın. “

 

 

 

“ Mantar mantar konuşma. Benden bir şey öğrenemezsin. Öldür beni. “

 

 

 

“ Ölmek için bu kadar acele etme. Önce gözlerinin önünde arkadaşlarını öldüreceğim.  Sonrada sana verilen kimyasallar sayesinde şakır şakır konuşacaksın. “

 

 

 

Cellad bağlı olduğu kelepçelerden kurtulmak için çırpınıyordu ama kurtulması imkansızdı. Suzan öldürme emrini  verince sağ kolu  Leyla operasyonu başlattı. Aynur, Pars ve Asya yanlarında bir tim adamla beraber hazır kıta bekliyorlardı.   Suskun da evinde kendisine verilen emri yerine getirmek için araştırma yapıyordu.

 

 

 

     Suzan’ın kalabalık timi gelen emirle ölüm operasyonuna başladılar. Hazır bekleyen keskin nişancılar dış güvenlik korumalarını sessizce bir bir vurduktan sonra pusuda bekleyen Suzan’ının timi dört bir yandan içeriye sis ve bayıltıcı gaz bombaları attılar.  Hazır kıta bekleyen Aynur ve ekibi yedikleri baskınla hemen savunmaya geçtiler. Bulundukları mekan çapraz ateşe alınmıştı. Üzerlerine yağmur gibi mermi yağıyordu.  Siper aldıkları yerden kafalarını uzatamıyorlardı. Gaz maskelerine gitmek için hiç hamle yapamıyor elleriyle ağızlarını kapatarak gazın etkisini azaltmaya çalışıyorlardı. Suzan’ın ölüm ekibi hangar kapısını açmış içeriye girmişti. Yoğun sis bulutu için de hedef gözetmeksizin ateş ediyorlardı.  Aynur’un timi büyük kayıplar vermişti. Asya ve Pars öksürükler içinde direnmeye devam ediyor gördüklerini indiriyorlardı. Aynur yoğun ateş altındaydı. Hiç bir şekilde karşılık veremiyordu. Suzan’ın ekibi çok kalabalıktı.

 

 

 

Aynur, Pars ve Asya dışında ekipten hiç kimse sağ kalmamıştı. Yoğun gazın  etkisiyle şuurlarını kaybetmek üzereydiler. Baktıkları hiçbir hedefi net göremiyorlardı.  Asya karşısında kendisine doğru gelen adama silahını doğrultmuş lakin hedef aynı anda üç dört kişi gibi gözüktüğü için ateş ediyor ama vuramıyordu. Doğrulttuğu silahını sabit tutamıyordu. Yaklaşan adam seri ateş ederek Asya’yı göğsünün çeşitli yerlerinden vurdu. Asya yere düşerken Pars’ın ismini haykırarak yere kapaklandı ve kısa sürede öldü. Asya’nın çok uzağında olmayan Pars duyduğu sesle irkilip o tarafa yöneldi. Zor da olsa Asya’nın cansız bedenini yerde görüyordu. Ekip arkadaşı ve sevdiği kızın yerde öylece harekesiz uzadığını görünce gözünü iyice karartıp siperinden fırlayarak hem ateş ediyor hem de Asya’ya doğru koşuyordu. Önce bacağından sonra karın boşluğundan birer mermi isabet ettiyse de Asya’ya doğru ilerlemeye devam etti. Asya’ya varmasına birkaç adım kala göğsüne isabet eden iki mermiyle yere yığıldı. Sürünerek ilerlemeye çalıştı. Son nefeslerini verirken uzattığı eli Asya’nın parmak uçlarına değiyordu. Daha fazla ilerleyemedi ve gözlerini hayata kapattı. Kayıp ruhlar lisesinde Çelik adıyla tanıdığım Pars vazifesini bitirip ruhunu teslim etti.

 

 

 

  Aynur tek başına kalmıştı. Gözleri iyice bulanıklaşmış elindeki silahı bile  zar zor tutuyordu. Kırmızı eldivendeki görevinin bittiğini ve öleceğini düşünüyordu. Aklına geçmişi geldi. İntikamını almak için tüm gücünü kullanmış bayılma pahasına ateş etmiş ve hedefi tutturarak son sınavını kazanmıştı. İntikamını alma fırsatı yakalamış ve büyük keyifle intikamını almıştı. Yıllarca kırmızı eldivene hizmet etti. Hizmet ederken ölmek büyük bir şeref diye düşünerek gizlendiği yerden kalkıp uzun namlulu silahıyla hedef gözetmeksizin ateş etmeye başladı. Bir mermi sol omuzuna hemen ardından bir tanede karnına.

 

 

 

    Annem ve Alya araçla hızla yaklaşıp önüne gelene ateş etmeye başladılar. İki büyük üstat, attıkları mermilerin hiçbiri hedefini şaşmıyordu. Aynur ikisi için de çok değerliydi. Yirmi iki yıl azımsanacak bir süre değildi. Annem, Aynur’un içerde yalnız olduğunu düşündükçe deliriyor, delirdikçe önüne gelene sıkıp bir an önce içeri girmeye çalışıyordu. Ahtapot Suzan’nın onca adamı annem ve Alya’nın karşısında direnemiyordu. Direnmek kolay mı? İkisinin de silahları vücutlarının birer parçası gibi ustaca kullanıyorlardı. Öldürdükleri adamların sayısını unutmuşlardı.

 

 

 

  İçerideki son adamları da öldürdükten sonra annem, ikinci annem olan Aynur’u aramaya başladı. Kısa bir aramanın sonucunda kardeşinden daha yakın bildiği kızının ikinci annesi sayılan Aynur kanlar içinde yerde yatıyordu. Annem hızla koşup nabzına baktı. “Alya koş yaşıyor. Yaşayacaksın, sakın ölme. Ölme...” diye bağırdı.

 

 

 

Diğer taraftan Suzan’ın başka bir ekibi Suskun’un evini sarmıştı.  Suskun aldığı tedbirler sayesinde pusuya düştüğünü anlamıştı. Evinin etrafına döşediği kameralar sayesinde  Suzan’ın bütün ekibini görebiliyordu. O kadar kalabalık bir ekibe karşı tek başına mücadele edemeyeceğini anlaması fazla zamanının almamıştı. Bilgisayarından evinin etrafına döşediği bombaların patlama süresini ayarlayıp gizli dosyaları imha etmeye başladı. Patlamaya bir dakika kalmıştı. Adamlar eve iyice yaklaşmıştı. Suskun da ne telaş ne de bir ürperti vardı. Hiç olmadığı kadar sakindi. Bir çift beyaz eldiven alıp ellerine taktı. Koltuğuna iyice yaslanıp gözlerini kapattı. On saniye kalmıştı. Adamlar kapıyı kırıp içeri girmişti. İçeri girer girmez kapının üzerinde duran kovanın içinden onlarca  kırmızı eldiven döküldü. Beş saniye kalmıştı. Adamlar şaşkın bir şekilde Suskun’a bakıyorlardı. Suskun önce parmağını ağzına götürüp sus işareti yaptı sonrada bom diyerek İki elini yanlara açtı ve bir saniye sonra ev büyük bir gürültüyle havaya uçtu.

 

 

 

 

 

 

   Dışarısı yangın yeriyken biz saçma bir labirentin içindeydik. Labirentin içinde berber hareket etmenin daha uygun olacağını düşünerek ekibimi ayırmamıştım.

 

Ömer Aziz’in ekibine güvenmiyordum.  Halit dışında bütün ekip beraber hareket ediyorduk.

 

 Halit’in her türlü başının çaresine bakacağını düşünüyordum. Bu sebeple onun için endişe etmiyordum. Labirentin için de koşar adımlarla ilerliyorduk. Nereye gittiğimiz hakkında hiçbir fikrimiz yoktu. Sol tarafa döndüğümüzde yerde bir ceset gördük. 

 

 

 

“Daha hızlı olun yoksa Halit bize hiç av bırakmayacak” dediğim an da karşımıza iki tane iri yarı ve  kaslı adam çıktı. İki adamın kaslı ve iri yarı olmaları yetmez gibi bir de ellerinde birer bıçak vardı. Kılıç ve Beton Uğur birini , ben, Buse ve Ayı Memo diğerine odaklandık.

 

Adam bölüşme tamamdı ama bu ki dev adamı yıkmak kolay olmayacaktı. Uğur bıçak darbelerinden korunmak için  üzerinde ki elbiseyi çıkarıp koluna sardı. Kılıç da adamın arkasına geçti. Uğur adamın üzerine yürüyüp dikkatini dağıtırken Kılıç  arkasından saldırıp boynunu sıkmaya başladı. Adam, Uğur’la ilgilenmeyi bırakıp Kılıç’ın kolunu boynundan kurtarmaya çalışırken Beton Uğur akıllıca bir hamle yaparak adamın elimdeki bıçağa sert bir tekme vurup bıçaktan kurtuldu.

 

 

 

Ben, Buse ve Ayı Memo diğer adamın etrafında dönüyorduk.  Buse adamın arkasından sert bir tekme attı ama adam hiç etkilenmedi.  Ben Memo’ya yaklaşıp “Ben dikkatini dağıtırken sen arkadan kollarını sar. Bakalım senin o güçlü kolların hala eskisi kadar güçlü mü?” diyerek  adama yönelip tekme atmaya çalıştım. Buse ve ben bıçak darbesinden sakınarak adama saldırırken, Ayı Memo arkadan yaklaşıp adamın kollarını makasa aldı. Adam Ayı Memo’nun kollarından kurtulmaya çalışırken Buse yaklaşıp adamın yüzüne yumruk atmak isteyince adamın tekmesini karnında buldu ve yere yapıştı.  Ben adamın  dizine basıp hızla dönerek adamın boynuna çıkıp dirseğimle kafasına peş peşe darbeler vurdum.

 

 

 

  Öte yandan diğer iri adam bir eliyle Kılıç’ın diğer eliyle Uğur’ un boynunu sıkıyordu. İkisi de tekmeler savuruyor ama adama işlemiyordu.  Nefesleri tükenmek üzereyken Halit  köşeyi dönüp yerdeki bıçağı alarak Seri bir hareketle adamın boynunu kesti. Kimse Halit’in nerden geldiğini görmemişti bile. Adamın boğazını kestikten sonra “On” diyerek geldiği gibi hızla kayboldu gözden. Uğur ve Kılıç kendilerine gelir gelmez diğer adama saldırdılar. Beş kişi kısa sürede diğer adamı paramparça ettik.

 

Ben sinirli bir şekilde “Ulan biz beş kişiyle bir şerefsizi öldürene kadar, Halit tek başına On şerefsizi öldürdü.    İsterseniz biz oturalım. Nasıl olsa Halit senaryolarını yazıp ikişer üçer öldürüyor.” Dedim.

 

 

 

Kılıç boğazını ovalayıp “Kardeşime helal olsun Hızır gibi yetişti. O gelmese adam ikimizi de öldürecekti.”

 

 

 

 “Arkadaşlar ilerki hayatımızda karşımıza nice şerefsiz ve kahpe çıkacak. Her zaman arkanızı kollayacak bir Halit olmaz. Biraz uyanık olun.” Diyerek koşturmaya başladım.

 

 

 

Diğer yandan Ömer Aziz ve ekibi dört şerefsizin cesedini geride bırakmış yenileri için ilerliyorlardı. Birden bire karşılarına Halit çıktı.

 

Ejder” Aga bu Piksel’i öldüren şerefsiz. Kendi ayaklarıyla geldi. “diyerek üzerine yürüdü. Ömer Aziz ekibini durdurmak için hiçbir şey yapmadı. Çaki, Kirli ve Ejder Halit’in etrafını sardılar.

 

 

 

Halit” Karabasan şimdi ne bok yiyeceğiz. Neyse ben söylüyorum sende yazmaya başla. “

 

 

 

Ejder;” Ne o büzüğün yemeyince deli ayağına mı yatıyorsun. “

 

 

 

Halit ; “ Avcı av olmuştu. Karşısında arkadaşlarının intikamını almak isteyen üç silahşorlar. Avcı üzerindeki elbiseyi yırtıp gözlerini bağladı. Düşmanlarıyla karanlıkta savaşmak istiyordu. İri adamın boğazını kestikten sonra hediye olarak aldığı bıçağı diliyle yaladıktan sonra ileriye doğru uzatıp gelin bakalım önce hanginiz bıçağımın soğuk yüzüyle karşılaşacak dedi. “

 

 

 

Çaki ve Kirli ufaktan korkmaya başlamışlardı. 

 

Ejder” Her halde öbür tarafa gözleri açık gitmek istemiyor “ diyerek Halit’in üzerine doğru yürümeye başladı. Halit karanlıkta zamanı durdurmuş gibiydi. Ejder’in konuşması yerini belli ediyordu. Çaki ve Kirli’ye doğru hamle yapıyormuş gibi yapıp bıçağı hızla Ejder’e salladı. Ejder’in kolunda derin bir kesik oluşmuştu.    Ömer Aziz oturmuş seyrediyordu  bu sırada bulundukları bölmeye iki kişi geldi. Ömer Aziz ayağa kalkıp “Siz devam edin. Ben bunların işini hallederim” dedi.

 

 

 

Ömer Aziz’in diğer iki kişiyle kavgası Halit’in konsantrasyonunu bozuyordu. Karşısındakilerin yerini tespit etmekte zorlanıyordu.  Çaki sessizce arkadan yaklaşıp Halit’in sırtına vurunca Halit yere kapaklandı. Yere kapaklanan Halit’e Ejder, Kirli ve Çaki acımasızca vuruyorlardı.

 

 

 

 

 

 

   Ateş yavaş yavaş gözlerini açmaya başladığında burnuna güzel kokuların geldiğini hissetmeye başladı. Mutfak kısmından sesler geliyordu. Su’yun evde olduğunu unutmuştu. Yastığının altından tabancasını alıp     sessizce kalktı ve sesin geldiği yöne mutfağa doğru yürümeye başladı. Silahını doğrultup köşeyi dönerek “Kımıldama” dediği anda Su çığlık atarak korkudan elindeki  bardağı düşürdü. Ateş hemen silahı arkasına, pantolonun arasına saklamak istedi ama saklayamadı çünkü yataktan çıktığında üzerinde sadece  şortu vardı.  Utanarak geri geri gidip “Özür dilerim senin evde olduğunu unutmuşum” dedi.

 

 

 

Su ilk başta korksa da Ateş’in mahcup hali ona komik gelmişti. Ateş hızla pantolonunu giyip üzerine tişörtünü geçirerek “Ne oluyor sana. Sen bi hurdacısın. Hurdacının evinde silah ne gezer. Eğer bu kız biraz daha burada durursa açığa çıkarım. İlk fırsatta göndermeliyim” diye düşünüyordu. O sırada Su içeri girip hazırladığı kahvaltıyı masaya koyuyordu. Ateş hiç bir şey söylemeden masaya gidip sandalyeye oturdu. Masa süper hazırlanmıştı. Kaynamış yumurta, patates kızartması, sucuklu yumurta, salata söğüş, menemen. 

 

 

 

  Ateş “Bu kadar hazırlığı kimin için yaptın. Ordu doyar bununla.”

 

 

 

“Sen bana büyük bir iyilik yaptın ben bir kahvaltı hazırlamışım çok mu?”

 

 

 

“Ondan demedim. Boşuna zahmet etmişsin. Ben kahvaltıda çok şey yemem bunun için söyledim.”

 

 

 

“Ne sevdiğini bilemedim. O yüzden hepsinden yaptım.” Çayın demli mi olsun açık mı? “

 

 

 

“ Demli “

 

 

 

Su çayları doldurup yerine oturduktan sonra sessizce kahvaltısını yapmaya başladı. Bir an da ortamı sessizlik bürümüştü.  Ateş kibarca nasıl kovarım diye düşünüyordu. Su ise kıtlıktan çıkmışçasına kahvaltı yapıyordu.

 

Su “ Hurdacılık baya zor olmalı? “ diye sorarak sessizliği bozdu. Ateş anlamayarak “Hurdacılığın neresi zor olacak ki?” diye soruya soru ile karşılık verdi. Su Ateş’in vücudunu işaret ederek “Vücudundaki onca yarayı diyorum.”

 

 

 

“Hmm şey onlar mı?”

 

 

 

“Evet onlar hurdacılık yaparken olmadı her halde. Hadi kesikler neyse de sırtında ki onca mermi izi..”

 

 

 

“Bu konu hakkında konuşmasak.”

 

 

 

“Anlıyorum. Karanlık ve gizemli  bir geçmişim var diyorsun. Arkadaşım senin benim gibi yetimlerin maalesef acı gerçeği bu. Yetim misin? İllaki birileri vuruyor.”

 

 

 

“Eline sağlık kahvaltı çok güzel olmuş. “

 

 

 

“Tamam uzatmayacağım. Afiyet olsun.”

 

 

 

“Ne yapmayı düşünüyorsun? “

 

 

 

“Kahvaltıdan sonra gideceğim.”

 

 

 

“Nereye?”

 

 

 

“Bir yerde sakladığım az bir param var. Onu alıp lunaparka gideceğim.”

 

 

 

“Ne lunapark mı? Orda ne işin var ki?”

 

 

 

“Çocukluk hayalimi gerçekleştireceğim.”

 

 

 

“Sonra...?”

 

 

 

“Sonrası yok. İyice eğlendikten sonra dönme dolabın en tepesinde kendimi aşağı bırakacağım. Mutlu son.”

 

 

 

“Saçmalama ölmek için çok gençsin.”

 

 

 

“Sorun da burada gidecek hiç bir yerim yok. Önünde sonunda o adamların eline düşeceğim. Onlar beni ölmekten  beter ederler. Genç bir kızsan ve kimsen yoksa yaşamak çok zor.”

 

 

 

    Ateş cenderede kalmıştı. Biraz önce “Kızı kibarca nasıl kovarım” diye düşünüyordu. Şimdi ise “ Kendi elimle kızı ölüme nasıl terk ederim” diye düşünüyordu.

 

 Ne yapacağını bilemiyordu. En iyisi kızı Cellad’a teslim etmekti. Cellad ona güzel bir iş, güvenle barınacağı bir ev bulabilirdi. Ne de olsa kırmızı eldivenin misyonunda yetimlere yardım etmek de vardı. Ama bir süre beklemesi gerekiyordu. Çünkü gölgelerin kaybolması emri gelmişti.” Diye düşündü.

 

Ateş ;” Su eğer istersen sana yardım edebilirim. Namusunla çalışacağın, güvenle kalabileceğin bir ev ayarlıya bilirim. Ama bir süre burada kalman gerekiyor.”

 

 

 

“Sen bir hurdacısın. Bu dediklerini nasıl yapacaksın ki?”

 

 

 

“Orasını bana bırak. Ben halledeceğim. Ama bazı kurallarım olacak.”

 

 

 

“Kurallarını kabul ederim. Ama benim de bir şartım olacak.”

 

 

 

“Sana iyilik yapmam için şart mı koşacaksın? “

 

 

 

“Evet ne var bunda?”

 

 

 

“Peki, söyle bakalım sana iyilik yapmam için şartın ne?”

 

 

 

“Bu gün lunaparka gideceğiz. Akşama kadar eğleneceğiz. Şartım bu.”

 

 

 

“Saçmalama.”

 

 

 

“Ne var. Benim saçmalamaya hakkım yok mu ve ya bir hurdacının eğlenmeye hakkı yok mu? Belli ki sen de çocukluğunu yaşamamışsın. Kabul mü?”

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KAYIP RUHLAR LİSESİ ESARET 1

KAYIP RUHLAR LİSESİ ESARET 3

KAYIP RUHLAR LİSESİ ESARET 2