Kayıp ruhlar lisesi ESARET 31
Ahtapot
Suzan kırmızı Eldiveni kökünden yok edebilmek için planı üzerinde çalışırken
yardımcısı ve yakın koruması Leyla öfkeyle içeri girdi. Suzan Leyla’nın yüzüne
baktığında bir şeylerin ters gittiğini hemen anlamıştı. “Anlat” dedi.
Donuk yüz ifadesini takındığı ruh haliyle öyle
bir bakıyordu ki Leyla o bakışlardan korktuğu için nasıl anlatacağını
bilemiyordu. Sesi titreyerek “Baskın yedik. İki depomuzu patlatmışlar. Aşırı
mal ve para kaybımız var.” Dediğinde, Suzan’ın kafasına silahı doğrultup tek
mermiyle öldürmemesi için içinden dua etti.
Suzan öfkeyle elini masaya vurdu.
“Bizim
depolarımızı patlatmaya kim cesaret eder?”
“Bütün
adamlarımızı öldürmüşler. Teslim olanların da ensesinden sıkıp öldürmüşler.
Hepsinin üzerinde kırmızı eldiven vardı.”
“Enselerine
mi sıktılar dedin?”
“Evet
efendim.”
“Bu
Mezarcı’nın işi değil. Mezarcı daha vahşice öldürür. Kesin karısını yaptırdı bu
işi. Demek savunma yerine saldırı yapıyorsunuz. Leyla savaş başladı. “
Masadan kalemi alıp duvarındaki
fotoğraflardan annemin fotoğrafı üzerine
çarpı işareti çizerek “Bu kadından başlıyoruz. Takipteki adamlarımıza haber
sal. Düğmeye basıyoruz.” Diyerek Kırmızı Eldiven örgütünü yok etme operasyonunu
başlattı.
Suzan,
Leyla’ya arabasının hazırlatılmasını emrederek telefonundan Ömer Aziz’i aradı.
Telefon kapalıydı. Ömer Aziz’e ulaşamayınca Çiğdem’i aradı ama onunda telefonu
kapalıydı. Sinirlenerek” Ah Ömer Aziz, peşine taktığım adamları atlatmasan
şimdi nerede olduğunu bilebilirdim. Ortalık yangın yerine dönecek. Tek zayıf
noktam sensin ve beni oradan vurmaya çalışacaklar. “ dedi kendi kendine.
Ahtapot
Suzan’ın düğmeye basmasıyla, takibe alınan Kırmızı Eldiven üyelerine
operasyonlar yapılmaya başlandı. Örgütün uyuyan birçok hücresine, gece
baskınları yapılıp on tane Gölge öldürüldü.
Ahtapot
Suzan yaptığı yarım saatlik yolculuktan sonra Kuzgun ’un mekanına vardı. Kuzgun
büyük bir saygıyla Suzan’ı karşılayıp içeri buyur etti. Suzan’ın öfkesini fark
eden Kuzgun “Efendim sizi endişeli ve sinirli gördüm. Bir sorun mu var?” diye
sordu.
Suzan,
siyah deri koltuğa yayılarak “Savcı Zeynep’i konuşturabildim mi? “diye sordu.
Kuzgun,
Savcı Zeynep’e aylarca işkence etmiş öldürmekten beter etmişti. Savcı Zeynep
bedenen ve psikolojik yapılan işkenceler karşında dayanamamış ve bildiği her
şeyi söylemek zorunda kalmıştı. Kuzgun, Suzan’a olumlu cevap verebileceği için
keyifli bir şekilde “Evelallah, bizim konuşturamayacağımız hiç kimse yoktur.
Savcı da bülbül gibi şakıdı. Öğrenmek istediğiniz her şey bu dosyada.” Diyerek
dosyayı uzattı.
Suzan dosyayı alıp incelemeye başladı. Her
kelimesine dikkat ederek okuyordu. Hiç bir detayı kaçırmak istemiyordu. Dosyada
Aziz ve Sıla’nın yokluğunda yapılan bütün oluşumlar ve bunları yapanların hepsi
yazılıydı. Suzan dosyayı baştan sona okuduğunda aradığı en önemli cevabı
bulamamıştı. Sinirle dosyayı kapatıp “Beş büyük yıldız hakkında hiçbir şey
öğrenememişsin. Ne isimleri, ne fotoğrafları, nede mekanları var? Biz onlara
ulaşamadık, kırmızı eldiveni kökünden yok edemeyiz.”
Kuzgun
çekinerek “Efendim eğer Savcı bunlar hakkında bilgi sahibi olsaydı mutlaka
öğrenirdik. Anladığım kadarıyla beş büyük Yıldıza ulaşmanın tek yolu Maskeli
görevini yapmış birini sorgulamaktan geçiyor. Bu görevi yapıp da yaşayan üç kişi var. Aziz Arslan, Sıla Arslan
ve Cellad. Ancak bu üçünden birini sorgularsak beş büyük yıldıza ulaşırız.”
Suzan
düşünmeye başladı. Aziz’i hiç bir işkencenin konuşturamayacağını biliyordu. Konner Sıla’ya işkence yapmış ama
ondandan beş büyük yıldız hakkında bilgi alamamıştı. Geriye tek kişi kalıyordu
Cellad. Sesini yükseltip “ Aziz’i almanız imkansız. Sıla da benim. Size Cellad
düşüyor. Ne yapıp edip Cellad’ı kaldırın ve öğrenin Büyük Yıldızların yerini.
Leyla sende dosyayı al ve beni takip et. “diyerek arabaya bindi.
Suzan; “ Leyla, dosyada Ali Dayı diye biri
var. Örgütün görünmeyen yüzü. İstanbul’da ellerinin ulaşmadığı yer yok. Ali
Dayı bunların mobese kamerası gibi . Önce bundan başlayalım. Adamları ara şu an
nerde olduğunu öğren.
Ali Dayı
İstanbul’un ağır abileriyle toplantı yapıyordu. Her ay düzenli olarak toplanır
sıkıntılar ele alınıp çözüme ulaştırılırdı. Yaklaşık iki saat süren toplantının
ardından Oktay’ı yanına çağıran Ali Dayı, Savcı Zeynep nerede olabileceği
hakkında bilgi edinip edinemediğini sordu.
Oktay; “İstanbul’un her yerini aradık ama hiç
bir ip ucu yok. Sanki yer yarıldı içinde girdi.” Diye cevap verdi.
Ali Dayı
sinirlenmişti. Kırmızı Eldiven küllerinden doğarken, Savcı Zeynep’in ortadan
kaybolması mantıksız geliyordu Ali Dayı’ya. Cellad’ ın verdiği bu görevi
mutlaka yerine getirip Savcı Zeynep’i bulmak zorundaydı. Sinirleri iyice
gerilmişti. “Oktay, bana bak bir aydır kadını bulamadık. Ne gadar yegen varsa,
söyle işini gücünü bıraksın. İşiniz bu olacak. Bu kadın bulunmadan bana gelme.
Şerefsizim hepinizi lime lime keserim alimallah.”
Oktay
cevap vereceği sırada dışarıdan silah sesleri gelmeye başladı.” Ne oluyor lan.
Bak bakalım. “diyerek Oktay’ı gönderdi. Oktay bir dakika sonra koşarak gelip”
Dayı çiftliğin etrafını sarmışlar. Yağmur gibi mermi yağdırıyorlar “ dedi.
Ali Dayı
ofisinden Uzun namlulu silahını çıkarıp balkona çıktı.” Yürek mi yediniz lan?
Ne cesaretle benim mekana saldırırsınız? “ diye bağırarak silahıyla Seri
şekilde ateş etmeye başladı. Saldırı yapanlar Huruza’nın ve Suzan’nın
adamlarıydı. Sayı olarak çok fazlaydılar. Ali Dayı siper almış gördüğünü
indiriyordu.
Ahtapot
Suzan ve Huruza aracın içinde bekliyorlardı. Suzan” Huruza çok uzadı bu iş.
Bitir şu işi. “ deyince Huruza” Emredersiniz leydim. Hemen hallediyorum.
“diyerek araçtan çıktı. Belinden tabancalarını çıkarıp.” Hadi... Hadi saldırın.
İçerde üç beş çapulcu var. “diye bağırarak ateş ediyordu.
Ali
Dayı’nın adamları bir bir vurulup yere seriliyordu. Saklandığı yerden kafasını
çıkaran anında vuruluyordu. Kısa sürede Ali Dayı ve Oktay’ dan başka kimse
kalmamıştı. Ali Dayı elini Oktay’ın omuzuna koyup “ Yegen hakkını helal et.
Vazifemiz burada bitiyor. “ diyerek ofisindeki silah deposundan bombaları
alarak üzerine bağlamaya başladı. Beline kemer yardımıyla on iki adet el
bombası bağladı. Oktay’da aynı şekilde beline bomba bağladı.” Ali Dayı
bombaların gözükmemesi için üzerine pardösü giyinirken “Yeğen ölümüz boşuna
gitmesin. Bize saldıran itlerin reisi kimse onların yanına vardığımızda
patlatalım. Ölürken yanımızda o kefereleri de götürek. “ diyerek Oktay’a
sarılıp vedalaştı.
Oktay “Dayım üzerimde çok hakkın var. Hakkını
helal et.” Diyerek elini öptü.
Kapıyı
açarak ellerini havaya kaldırdılar.
Ali Dayı
“Ateş etmeyin teslim olacağız. Yalnız, yeğenleri benim itibarım var. Eğer
yüreği yiyiyorsa reisiniz beni teslim alsın” dedi. Üzerine onlarca silah
doğrultulmuştu. Suzan araçtan çıkınca Huruza göze girmek için “Ben alırım”
diyerek hareketlenmeye başladı. Ali Dayı ve Oktay elleri havada ağır adımlarla
kalabalığa doğru ilerleyerek, bombalar patladığında daha fazla adamın ölmesini
sağlamaya çalışıyorlardı. Huruza yaklaşırken Oktay’ın belindeki bomba yüklü
kemer biraz gevşemiş pardösünün altından az da olsa görünüyordu.
Huruza ile Ali Dayı arasında on – onbeş metre
kadar mesafe vardı. Silahlarını doğrultan adamlardan biri, Oktay’ın üzerindeki
bombayı fark edince “Bomba...! Bomba var üzerlerinde” diye bağırdı.
Huruza bunu duyunca gerisin geri kaçmaya
çalıştı. Huruza’nın kaçtığını gören Ali Dayı bombanın pimini çekip Huruza ‘ya
doğru koşmaya başladı. Silahlarını doğrultan adamlar hiç düşünmeden ateş etmeye
başladılar.
Büyük bir patlama oldu.
Her yer
duman altında kalmıştı. Havada duman ve ateşle karışık kopan uzuvlar ve kan
vardı. Ali Dayı ve Oktay, kırmızı eldivene veda etmişlerdi. Kahramanca bir
ölümle ruhlarını yaratana teslim etmişlerdi. Ahtapot Suzan patlamanın uzağında
olduğu için yüzüne fırlayan kandan başka bir zarar görmemişti. Huruza bombaya
yakın olduğu için akıbeti hiç iyi olmamıştı.
“Kırmızı
Eldiven nasıl kuruldu neden kuruldu biliyor musun?”
“Baba
nasıl ve ne zaman kuruldu bilmiyorum lakin neden kuruldu biliyorum.”
“Sene
1445, 2.Murat Dönemi. O yıl Osmanlı’da bir haber çalkalanıyordu. Altı ile on
beş yaş arası çocukların kaçırılma haberleri ile ortalık çalkalanır. Her gün
bir kaç çocuk kaybolur. Deli Kasım adında bir kahraman vardır. İri yarı
babayiğit biridir. Herkes ona meczup derdi. Ayakkabısız gezer renkli çoraplar
giyerdi. Yaz kış ellerine kırmızı eldiven takardı. Çocukları çok sever hep
çocuklarla oynardı. Halk kaybolan çocukları bulamayınca Deli Kasım’dan
şüphelenmeye başladı. Sinirleri bozulan halk ellerinde hiç bir delil olmadığı
halde Kasım’ı suçlu ilan edip linç etmek istediler. Kasım halkın elinden canını
zor kurtarır. Atılan taşlardan kafası yarılmış vücudunun her yeri morarmıştı.
Bir çocuk gibi ağlayarak ormana kaçmıştı. Hayvanlardan, karanlıktan yalnız
kalmaktan çok korkuyordu ama çocuklarını kaybetmiş anne babalardan daha çok
korktuğu için şehre dönemiyordu.
Karanlık
ve fırtınalı bir geceydi. Yaban hayvanları hiç olmadığı kadar gürültü
çıkarıyorlardı. Deli Kasım başını elleri arasına almış kulaklarını sıkıca
kapatarak, ayaklarına batan dikenlere aldırış etmeden ormanda koşuyordu. Dev
gibi cüssesi soğuktan ve korkudan titriyordu.
Bir iki
saat hiç durmadan koştu. Karşısına bir tepe çıktı. Tepenin ucunda bir mağara.
Hiç düşünmeden mağaraya girdi. Bir köşeye sinip dizlerinin üzerine çökerek
kulaklarını kapatıp sesleri duymamaya çalıştı. Ellerini o kadar sıkı kulaklarına
yaslamıştı ki hiçbir ses duymuyordu.
Biraz
dinlenip ısındıktan sonra ellerini kulaklarından çekti. Mağaranın
derinliklerinden çok az duyulabilecek şekilde belli belirsiz iniltiler duymaya
başladı. Merakına yenik düşüp ürkek adımlarla mağaranın derinliklerine doğru
ilerlemeye başladı. Kasım ilerledikçe sesler daha da yakınlaşmaya başlıyordu.
Daha önce belli belirsiz gelen iniltiler şimdi daha net duyulabiliyordu. Bu
gelen sesler çocuk çığlıklarıydı. Kasım ilerledikçe, yanan bir ateşten çıktığını
düşündüğü ışık mağaranın duvarlarına çarpıyordu. Sessizce yaklaşmaya devam
etti. İyice yaklaşınca bir köşeye gizlenip kafasını uzatarak neler olduğunu
anlamaya çalıştı. Mağaranın gördüğü kısmı oda gibi oyulmuştu. Bir köşede dört
beş tane çocuk cesedi vardı. Cesetlerin hemen yanında elleri ve ayakları
zincirle bağlı üç tane daha çocuk. Kafasını biraz daha uzatınca gördüğü manzara
karşısında dehşete düştü. Adamın biri çırılçıplak soyduğu bir çocuğa elindeki
demir sopayla vuruyordu. Başka bir adamda diğer bir çocuğa tecavüz etmeye
çalışıyordu. Kasım çılgına dönmüştü bir saniye bile düşünmeden hızla çocuğa
tecavüz etmeye çalışan adamın üzerine doğru koşmaya başladı. Hiçbir şeyden
haberi olmayan sübyancı sapık kafasını tutan iri el karşısında şaşkına döndü.
Diğer adam Kasım’ı görünce hemen bıçağını alıp Kasım’a doğru hareketlendi.
Kasım kafasını tuttuğu adamı duvara çarpıyordu. Diğer adam elindeki bıçağı
defalarca Kasım’ın sırtına saplamıştı. Kasımın öfkesi çektiği acıdan daha
büyüktü. Duvara çarptığı adamın kafasını paramparça edince kendisine bıçak
saplayan adama dönerek iri elleriyle adamın boğazını sıkıp havaya kaldırdı.
Adam çaresizce elindeki bıçağı savuruyordu. Kasım diğer eliyle bıçağı alıp
havada duvara dayadığı adamın gözüne sapladı. Adam nefes alamıyor çaresizce
çırpınıyordu. Kasım adamı iyice havaya kaldırıp hızlıca yere çarptı. Adam
Kasım’ın ayakları altında can verdi. Kasım kana bulanmış kırmızı eldivenlerini
çıkarıp cesetlerin üzerine fırlattı.
Zincire
vurulu çocukları zincirlerinden kurtardıktan sonra da beş çocuğun ellerinden
tutarak şehre doğru ilerlemeye başladı. Vücudundan akan kanlara aldırış etmeden
susturmaya çalışıyor onlar korkmasın diye elinden geleni yapıyordu. Sabahın ilk
ışıkları doğarken şehrin epeyce yakınına gelmişlerdi. İri cüsseli o dev adam
sırtına aldığı onlarca bıçak darbesine daha fazla dayanamamıştı. Dizlerinin
üzerine çöktü. Çocukları bir bir öptükten sonra “Bakın buradan evleriniz
gözüküyor. Hadi anne babalarınıza gidin.”
Çocuklar
onun elini bırakıp gitmek istemediler. Kasım “gidin yoksa kötü adamlar yine
gelir” deyince, çocuklar koşarak evlerine gittiler. Çocuklarını gören aileler
sevinç çığlıkları attılar. Çocuklar anne ve babalarının ellerinden tutarak
Kasım’ın yanına getirdiler ama çok geç kalmışlardı. Kasım boylu boyunca uzanmış
yatıyordu. Sırtındaki bıçak izleri onun kahramanlık madalyaları olmuştu.
Kasım’ın
bu kahramanlığı dilden dile anlatıldı. Neredeyse bu kahramanlığı duymayan
kalmamıştı. Aradan kısa bir süre geçtikten sonra psikopatlar, sadistler,
mazoşistler kasıma özenip kahramanlıklar yapmaya çalıştılar. Adaletin olmadığı
yerde adalet bekçisi olmak istediler. Bu gidişatın önü alınamayınca kargaşa
hakim olmaya başladı. Bu kontrolsüz gücü kontrol etme adına Kırmızı Eldiven
teşkilatı kuruldu. İlk başta resmi bir teşkilattı. Sonra devlet bu teşkilatı
kapatmak istedi ve teşkilat gayriresmi olarak bu zamana kadar devam etti.
İşte
böyle, Vatan oğlum. Şimdi bu labirentte gördüklerin bu teşkilatın geleceği
olacaklar. “ diyerek ekranı gösterdi
Aziz.
Ekranda
iki ekip gözüküyordu ayrı bölmelerde. Bölmenin birinde Ömer Aziz, Ejder, Kirli
ve Çaki vardı. Diğer bölmede ben, Beton Uğur, Ayı Memo, Halit, Buse ve Kılıç
vardı. İki bin metre kare alana yaptırılmış yüksek duvarlarla çevrili bir
labirent.
Aziz “Bak oğlum gözünü ekrandan
ayırmayacaksın. Baktın ki ölümle yüz yüze geldiler, yardım edeceksin. Aksi
takdirde karışmak yok.”
“Baba ben
de bu labirentte olsam daha iyi olmaz mıydı?
Elfida’yı yakından korurdum.”
“Onu
kardeşi koruması lazım. O yüzden sen buradasın.”
“Sen nasıl
uygun görürsen babam.”
Vatan,
monitöre bakıyordu. İki ekipte baygın bir şekilde bölmelerinde duruyorlardı.
Vatan “Bu kadar uyuduğunuz yeter. Hadi kalkın bakalım” diyerek düğmeye bastı. Düğmeye basınca ekiplerin
üzerine duvarlardan su fışkırmaya başladı.
Soğuk suya
maruz kalan ekipler bir bir kendilerine gelmeye başladılar. Soğuk suya maruz
kalan Halit ayağa kalkıp “Ulan Karabatak sen mi yaptın?” diye bağırarak sağa
sola bakınmaya başladı.
Ben şaşkın
bir şekilde nasıl buraya geldiğimi anlamaya çalışıyordum. Beton Uğur “ Biz
eğitim yapıyorduk ne ara buraya geldik.”
Ayı Memo:
“Karnım açıktı lan.”
Kılıç :
“Ne acıkması lan bi dur hele.”
Ben; “Bi
durun lan. Biz nasıl geldik buraya bilgisi olan var mı?
-Yoo
-Hayır
-Halit
böyle bir senaryo yazmadı.
Diğer
bölmede de aynı şeyler konuşuluyordu. Ömer Aziz olayı anlamaya çalışıyordu.
Çaki ;
-Reis
nasıl bir oyunun içindeyiz?
-Bilmiyorum
kardeş çözeceğiz. Ejder senin bi bilgin var mı?
-Yok reis.
Ben içiyordum, nasıl buraya geldim anlamıyorum.
Kirli ;
-Reis
yoksa Meth i fazlamı kaçırdık. Neyin kafası bu?
-Oğlum sen
zaten ayık gezmiyorsun. Sağa sola bakın bakalım. Kim bizi bu kuntuma düşürdü.
İki ekipte
kendi aralarında konuşurken Vatan’ın düğmeye basmasıyla duvarlarında birer
tablo açıldı. Tabloda yirmi tane adamın resmi vardı. Her resmin altında isim yerine
şerefsiz yazıyordu. Şerefsiz yazısının altında da suçu yazılıydı.
Ömer Aziz
ilk resmin altındaki yazıyı okumaya başladı.
“On köpeğe
ayrı ayrı tecavüz.”
İkinci
fotoğrafta kadın resmi ve altında şöyle yazıyor.
“ Üç aylık
bebeğini döverek öldürdü.
Üçüncü
fotoğrafta ...
“ Kuran
kursunda talebeye taciz. “
Dördüncü
foto...
“ Okul
servisinde erkek çocuğuna taciz. “
Liste bu
şekilde uzayıp gidiyordu.
Diğer
bölmede listeyi okuduğunuzda olayı az çok anlamıştık. Örgütün yeni bir
sınavındaydık.
Halit
“Beyler bayanlar sanırım durumu çözdük. Bizimkilerin yine canı sıkılmış oyun
oynamak istiyorlar. Ee biz de oynarız dimi?”
Ben
esniyordum. Göz kapaklarımı açmakta zorlanıyordum. Gözlerimi silip “Oynarız
tabi. Ama dikkatli olalım. Biliyorsunuz bizim oyunlar öyle sanıldığı gibi kolay
olmuyor. Anladığım kadarıyla silahımızda yok.”
Üzerindeki uyku mahmurluğunu gören Beton Uğur
“Dikkatli olalım olmasına da sen dikkatli olabilecek misin? Gözlerinden uyku
akıyor.”
“Sen bana
bakma. Tamam üzerimde bir ağırlık var ama benim ölüm yeter onlara. “
Monitörden
gençleri seyreden babam “Artık zamanı geldi. Ekipleri buluşturalım. Önce bir
birlerini sevsinler biraz. Sonra şerefsizleri labirente salarız.” Deyince,
Vatan iki ekibin arasında ki duvarın açılması için düğmeye bastı.
Arada ki
duvar hareket etmeye başlayınca iki ekipte duvardan uzaklaşarak ne olacağını
anlamaya çalıştılar. Duvar yana doğru açılınca bir birlerini gören gençler
şaşkınlık içinde afalladılar.
Afgan Sado’nun acısı tazeliğini koruyordu. Ayı
Memo ve Beton Uğur, bir anda öfkelenmeye başladılar. Hiç vakit kaybetmeden Ömer
Aziz’in üzerine saldırdılar. Kılıç Ejder’e, Halit de Kirli’ye saldırdı. Buse
“Ulan kala kala bana da bu çirkin kaldı” diyerek Çaki’ye saldırdı. Ben kavgaya
karışmadan dönen oyunu anlamaya çalışıyordu. Ayrıca üzerimde aşırı bir ağırlık
vardı. Sanki bütün kemiklerim dökülür gibiydi. Göz kapaklarımın baskısına
dayanmak neredeyse imkansız bir hal almıştı.
Ömer Aziz
tek başına Beton Uğur ve Ayı Memo’ya karşı kendini savunuyordu. Ayı Memo’nun
hantal hareketleri sayesinde Ömer Aziz birkaç tekmeyle yere serdi Memo’yu.
Beton Uğur vurduğu tek yumrukla Ömer Aziz’in dengesini sarsmayı başardı.
Karşılıklı yumruklar havada uçuyordu. Ejder ve Kılıç’ın güçleri denk sayılırdı.
İkisi de bir birine hem vuruyor hem dayak yiyordu. Halit, Kirli’ ye karşı
üstünlük kurmuştu. Hatta neredeyse dalga geçerek dövüyordu. Buse, Çaki ‘ye göre
zayıf lokmaydı. Çaki Buse’nin kollarını
kilitleyerek neredeyse kıracaktı. Buse’nin çığlıklarına kayıtsız kalmam imkansızdı.
Ağır adımlarla ilerleyip Çaki’nin kafasından tutarak geriye doğru çekip duvara
vurdum. Sanki ağır çekimde dövüşüyordum.
Buse’yi
bırakıp bana yönelen Çakı, yerinde dans
ederek beni şaşırtmaya çalışıyordu. Göz kapaklarım kapanıp açılıyordu.
Üzerindeki ağır uyku baskısının sebebini anlayamıyordum. Yüzüme gelen sert yumrukla gözümün önünde
kocaman bir projektör yandı.
Monitörden
kavgayı seyreden Vatan; “Babam, Elfida’nın yüzüne bakılırsa Methin eksisinde.
Böyle devam ederse uyuyup kalacak. Bu Meth öyle bir uyuşturucu ki kullanan on on
beş gün uyumaz ama etkisi geçtikten sonrada en az on gün uyutur. İnsanı zombi
gibi yapar. Yaklaşık bir haftadır Elfida’nın yanındayım. Uyuduğuna şahit
olmadım. “
“ E, koçum
ne yapacağız. Labirentin içinde uyuya kalırsa hiç iyi olmaz. “
“ Baba ben
ilaç hazırlayım. Elfida’ya içirelim. En azından beş altı saat ayakta tutar. “
“ Tamam
koçum sen ver ayarı. “
Babam ve
Vatan konuşurken içeri Suskun girdi. Yüzündeki telaşlı hali babam hemen
anlamıştı.
“ Hayırdır
ne kime ne oldu? “
Suskun kafasını
önüne eğerek” Efendim dört gölge ve altı uyuyan hücreye baskın yapılmış.
Hepsini öldürmüşler. “
“ Kim
yapmış. “
“ İmza
olarak arkadaşlarımızın parmağına
ahtapot simgeli yüzük takmışlar. “
“ Suzan...
“
“ Efendim
bi de şey var. “
“ Daha ne
var lan? “
“ Ali Dayı
yanındaki adamlarıyla beraber şehit olmuş. Mekanını taradıktan sonra havaya
uçurmuşlar. Ali Dayı’nın cesedi bir araya gelemeyecek şekilde parçalanmış. “
“ Çabuk
Sıla ve Cellad’a haber ver. Toplantı odasına gelsinler. Sende orada ol. “
“
Emredersiniz efendim. “
“ Vatan
burası sana emanet. “
“ Sen
merak etme baba. Gözün arkada kalmasın. “
Babam
öfkeyle odayı terk etti. Babamın
ardından Vatan bana ilaç hazırlamak için odadan çıktı.
Labirenttekiler
başı boş kalmışlardı. Ben yere kapaklanınca, Buse önüme geçip beni korumaya çalıştı. Beton Uğur
liderinin dayak yediğini görünce Ömer Aziz’i bırakıp Çaki’nin üzerine yürüyerek
ona vurmaya başladı. Uğur Çaki’ye vururken Ömer Aziz de Uğur’un arkasından
sırtına sert bir tekme vurdu. Ayı Memo, Ömer Aziz’i kolları arasına alarak
sıkmaya başladı. Ömer Aziz’in savunmasız olduğunu gören Buse, fırsatı
kaçırmayıp Ömer Aziz’in yüzünü ve karnını yumruklamaya başladı. Ömer Aziz bir
yandan Ayı Memo’nun güçlü kolları arasından kurtulmaya çalışırken diğer yandan
Buse’yi uzaklaştırmak için ayaklarını kullanıyordu. Beton Uğur sırtına aldığı
sert tekme yüzünden yerden kalkamıyordu. Çakı, Uğur dan yediği yumruklar
yüzünden duvara amele sümüğü gibi yapışmış hareket edemiyordu. Halit, Kirli ‘yi
çırpılmış paspas gibi yapmış yere sermişti. Kirli’nin üzerine oturmuş
Karabatakla sohbet ediyor öldüreceği şerefsizlerin senaryosu üzerinde
konuşuyordu.
Kılıç ve
Ejder dayak yemekten yorulmuş dizlerini üzerine çökerek bir birlerine
vuruyorlardı. Daha doğrusu bir yumruk Kılıç atıyor sonra “buyur sıra sende” der
gibi bir yumruk da Ejder atıyordu.
Ben yüzüme
gelen yumruktan sonra “yerden kalkmalı mıyım yoksa bir iki saat uzanıp yatayım
mı?” tiplerine girmiştim. Ayakta bir tek Ayı Memo, Buse ve Ömer Aziz kalmıştı.
Ayı Memo mengene gibi kollarıyla Ömer Aziz’i bırakmıyordu. Buse de fırsatını
yakaladıkça Ömer Aziz’e vuruyordu.
Ömer Aziz, Buse’nin karnına sert bir tekme
vurunca Buse’nin nefesi kesilerek yere kapaklandı. Ömer Aziz çırpınışlarının
fayda etmediğini görünce kafasını önce ileri doğru gerip sonrada hızlıca geriye
doğru savurunca Ayı Memo’nun burnundan çatırtılar geldi. Aşırı şekilde canı
yanan Ayı Memo kollarını gevşetmek zorunda kalınca Ömer Aziz mengene gibi kollardan
kurtulup geriye doğru dirseğini savurdu. Ayı Memo’nun yarım dünya göbeği yayık
ayranı gibi çalkalanmaya başladı. Ayı Memo yere düşmek üzereyken Ömer Aziz
yumruğunu kaldırıp hamle yapmaya niyetlendi.
Halit,
Ömer Aziz’in arkasından önce dizine vurdu. Sonra da ensesine sertçe vurunca
nakavt olmuş boksörler gibi yere serildi Ömer Aziz.
Ayakta bir
tek Halit vardı. Gözlerini kapattığında binlerce seyircinin olduğu ringdeydi.
Hakem Halit’in elini havaya kaldırıyor seyirciler çıldırmışçasına tezahürat
yapıyorlar.
Halit...
Ha-lit...
Haaa-litt...
Halit seyirciyi selamlıyor iki elini yumruk
yapmış havaya kaldırıyordu.
Ensesine
bir şaplak attım ve kendine geldi.
“Kendine gel. Neyin başarısını kutluyorsun.
Yirmi tane cani şerefsiz labirentin içinde. Tek başına mı öldüreceksin?”
“Öyle deme
Elfida komutan. Bak yirmi şerefsizi öldürme şerefine ikimiz layık olacağız.”
“Lan oğlum
benden hayır yok. Ben gözümü zor açıyorum.”
“Ya harbi
sen öyle pek uyku aramazdın. Ne iş?”
“Lan
bilmiyorum. On gündür neredeyse hiç uyumadım. Uykuyu da aramadım. Ama şimdi
gözümü açamıyorum.”
“Tamam
komutan sen yat. Ben şimdi senaryo yazarım. Yirmi şerefsizi kankimle beraber
öldürürüm.”
“O
yukarıdaki ne dron mu?”
“Öyle
gözüküyor. Aha bak buraya geliyor.”
“Dur lan
bir şey attı.”
“Tuttum
tuttum.”
“Ver
bakiyim. Üzerinde bir şey yazıyor. (Elfida bu şişedeki ilacı iç. Uykusuzluğuna
çözüm olacak. Vatan.)
“ Elfida
komutan bak sana torpil geçiyor. İyilik meleğin seni yukarıdan koruyor. “
“ Ağzının
ortasına bir tane vurdum mu görürsün iyilik meleğini. “
“Tamam
komutanım tamam, kızma. Sen ilacını iç. Bilirsin ben tek çalışırım. Bu yüzden
gidiyorum.”
“Nereye
gidiyorsun lan?”
“Şerefsiz
avına çıkıyorum. Hadi ben kaçar.”
“Dur lan
bi gitme. Bak ya gitti bile.”
İlacı
içtikten sonra arkama dönüp baktım. Herkes yerde kanlar içinde. Sırtımı duvara
yaslayıp, kalçamı yere koyarak “Baba amacın ne? Hadi şerefsizleri öldürelim
diye benim ekibi buraya soktun onu anladım da bu diğer şerefsizleri niye buraya
soktun? Şunların haline bak. Bizim aramızda kan var kan. Bizden dost olmaz.
Amacın ne ki bizi bir araya getirdin?” dedim. Kameraya baktım, oralarda bir
yerde kesin izliyordur diye.
Ateş,
benim ve dostlarımın akıbetini Cellat ‘tan öğrenince içi rahatlamış ikinci işi
için kollarını sıvamıştı. Dosyada yazılan ikinci görev çocukları kaçırıp organ
mafyasına satan Mehmet Söke’ydi. Üzerine eski elbiseler giyip hurda toplama
arabasını alarak Mehmet Söke’yle ilgili detaylı bilgi edinmek için dışarı
çıkmıştı. Sokaklarda hurda arabasını itekleyerek geziyordu. Mehmet Söke’nin
sürekli olarak takıldığı bir eğlence merkezi vardı. Ateş’te bu eğlence
merkezine doğru gidiyordu. Eğlence merkezine iki sokak kalmıştı. Acelesi
olmadığı için arabasını ağır ağır itekliyordu. Sokağın ortasına vardığı anda
sokağın diğer başından kendisine doğru genç bir kızın koşarak geldiğini gördü.
On saniye kadar sonra iki kişi daha sokağın başında göründüler. Genç kızı
kovaladıkları hemen anlaşılıyordu. Çünkü kovalayanlardan biri “kaçma” diye
bağırıyordu.
Kız Ateş’in yanına varmadan ayağı tökezleyip
yere kapaklandı. Bu ilk düşüşü değildi. Dizilerindeki kanlardan kaçarken birkaç
kez daha düştüğü belli oluyordu. Arkasından Azrail kovalıyor gibi kaçıyordu.
Yere düşmesine rağmen acılarına aldırmadan ayağa kalkıp koşmaya devam etmek
istedi ama ayağı burkulunca tekrar düştü. Tekrar ayağa kalkmak istediğinde
kovalayan adamlardan biri genç kızın saçlarından tutup kendine doğru çekerek
kızın yüzüne sert bir tokat attı. İkinci tokadı atacağı sırada, Ateş adamın
bileğini tutarak “Gücün yetiyorsa bana tokat atmayı dene it soyu.” Diyerek
adama gelişine sert bir kafa atarak adamın burnunu kırdı.
Diğer adam
belinden tabancayı çıkarıp “Hop hop hop ağır ol bakalım.” Diyerek tabancayı
Ateş’e doğrulttu.
Yorumlar
Yorum Gönder